Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'ın yurt dışı gezilerinde yer alan gazetecilerin, Erdoğan'a gündeme ilişkin sorduğu sorular tepki çekmeye devam ediyor.
Karar Gazetesi yazarı
Akif Beki geçtiğimiz günlerde kaleme aldığı köşe yazısında; uçakta yer alan gazetecilerin
AK Partili Cumhurbaşkanı Erdoğan'a soru sormaktan çok hükümeti övüp muhalefeti eleştirir tarzda konuştuğunu ve sorulan soruların cevaba ihtiyacı olmadığını belirtmişti.
Benzer eleştiriler bu sefer de, gazeteci
Murat Yetkin ve
Fox TV Ana Haber Bülteni sunucusu Fatih Portakal'dan geldi. Fatih Portakal, Twitter sayfasından yaptığı paylaşımla Erdoğan'ın uçağındaki gazetecilerin bağış olarak kuruma gelen paraları Ensar Vakfı'na aktaran Kızılay ile ilgili soru sormadıklarını sorguladı ve
"Cumhurbaşkanı Erdoğan’in gezisine katılı uçağında gidip gelen isimler, neden Kızılay yönetiminde yaşanan soru işaretlerini sormazlar" mesajını yayınladı.
Portakal'ın bu mesajına takipçileri de yandaş gazetecilerin Erdoğan'a bu soruyu sormaya cesaret edemeyeceklerini belirten cevaplar vererek "
Onlar gazeteci değil mürettebat",
"Gezmeye devam etmek için soramazlar" gibi cevaplar verdi.
Gazeteci Murat Yetkin de, kişisel web sayfasından yayınladığı yazıda uçakta yer alan gazetecilerin sorduğu soruları eleştirerek, sorulan soruları ve Erdoğan'ın uçaktaki gazetecilerle iletişiminin, '
Gazetecilik okullarında okutulacak gazetecilik ne değildir' dersi olduğunu belirtti.
Türkiye'de gazetecilik çıtasının bir alt basamağa düşmek üzere olduğunu ve düzey daha da düşmeden mevcut durumu saptamak istediğini söyleyen Murat Yetkin yazısında; Akif Beki gibi gazetecilerin Erdoğan'a önemli konulardaki soruları sormamasını eleştirdi.
Yetkin, durumu "
Makbul sayılan gazetecilerin Cumhurbaşkanına neyi, nasıl sorduğundan belli değil mi memlekette gazeteciliğin geldiği yer" diyerek eleştirdi.
Murat Yetkin'in yazısı şu şekilde:
Bugün sizinle ileride gazetecilik okullarında, hatta belki siyaset ve hukuk fakültelerinde okutulsa yeri olacak bir “gazetecilik ne değildir” tablosunu paylaşmak istiyorum. İstiyorum, çünkü bu tabloyla artık Türkiye’de gazeteciliğin çıtasının bir alt basamağa düşmek üzere olduğunu tahmin ediyorum; düzey daha da düşmeden önce mevcut durumu saptamakta yarar var.
Mekân, Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ı son Afrika gezisinden Türkiye’ye getiren uçak… Tarih, 28 Ocak 2020’yi 29 Ocak’a bağlayan gece. Uçakta internet bağlantısı olduğu için davet edilmiş gazetecilerin Türkiye ve dünyada neler olup bittiğine dair fikirleri var, en azından isterlerse öğrenme imkânları mevcut. Türkiye ve dünyanın gündemindeki sıcak konular belli.
Elazığ depreminde ölenlerin sayısı 41’e yükselmiş, Kızılay Genel Müdürü Kerem Kınık’ın daha yer sarsıntıları sürerken halktan para istemesiyle başlayan deprem vergilerinin nereye harcandığı tartışması devam ediyor. Hatta Genel Müdürün Kızılay’ı Ensar vakfına vergiden (laf ebeliğiyle “kaçırma” değil) “kaçınma” amacıyla para aktarılmasına alet ettiği ortaya çıkmış. Sonra, bir gün önce Erdoğan’ı arayıp Libya, İran, Suriye konuşan ABD Başkanı Donald
Trump, Orta Doğu planını ilan etmiş, Rusya’nın korumasındaki Suriye ordusu İdlib’i çeviren kasabalara girmiş, Ankara Şam’ı kendi toprağını geri aldığı için kınamış, Türk sınırına yeni bir göç başlamış. Daha birkaç gün önce Almanya Başbakanı Angela Merkel gelmiş, tam bir uzlaşma sağlanamamış. 130 bin metal işçisi grev kararı alınca işverenler yıllık ortalama yüzde 25 küsur zam vererek, gerçek enflasyon oranı hakkında bir fikir vermiş. ABD’den S-400 yaptırımları gelirse ekonominin ne hal alacağı belirsizliğini koruyor. Bu arada Çin’de ortaya çıkan Koronavirüs hızla yayılıyor. Bildiğiniz konular yani. Şimdi bakalım uçaktaki gazeteciler (*) ülkenin en yetkili kişisine soru sorma imkânı bulduklarında ne sormuş, nasıl sormuş?
Erdoğan’ın yanıtlarını biliyorsunuz, yine de hatırlamak isteyenler
şuraya tıklayabilir. Ben sizlerle soruları paylaşıp tartışmaya açmak istiyorum. İfade ve Türkçe hatalarını olduğu gibi bıraktım.
Gazeteci soruyu böyle mi sorar?
SORU: İkisi Fransız, biri İngiliz, üç eski sömürge ülkesini ziyaret ettiniz. Neler gözlemlediniz? Onlar Türkiye’ye nasıl bakıyor? Hem Senegal’de, hem Cezayir’de halk Fransa’ya tepkili… Fransa’dan hâlâ buraya ilişik diye bahsediyorlar. Gözlemlerinizi paylaşır mısınız?
(Meslektaşlarımın Cezayir’de, Senegal’de heyetten ayrılarak, turistik yerlere gidip instagrama düşman çatlatma fotoğrafları koymak yerine sokaklara dalıp halkın nabzını tutarak bu soruyu sorduğunu mu düşünüyorsunuz? Yanıtınız “evet” ise diyecek bir şeyim yok.)
SORU: İdlib’i sormak istiyorum. 2018’de İdlib’in gerginliği azaltma bölgesi olarak ilanından bugüne gerginlik azalacak gibi durmuyor. Son zamanlarda saldırılar arttı. Görünen o ki, Türkiye’ye basınç uygulayarak göç dalgası planlıyorlar. Sayın Kılıçdaroğlu’nun söylemlerinden anladığımız kadarıyla, Türkiye’ye siyaseti dizayn etmeye yönelik şantaj… “Mülteci göndeririz, altından kalkamazsınız” gibi hükümeti zora düşürecek bir şantaj. İlk zamanlar söylediğiniz bir söz vardı; AB’nin de derdi olmaya başlar anlamında. Belli oradaki Suriyelilerle Türkiye siyasetini dizayn etmek adına adeta tehdit ediyorlar. Rusya da bunun içinde görünüyor.
(Siz de fark ettiniz değil mi? Ortada soru filan yok. Cumhurbaşkanına ne kadar çok bildiğini, araya CHP lideri Kemal Kılıçdaroğlu’nun adını sıkıştırarak göstermek istiyor gazeteci. Tahlilinden Kılıçdaroğlu’nun “dışarıdan” siyaseti “dizayn etme” tertibi içinde Rusya’nın da bulunduğu sonucu dahi çıkarılabilir. Ama vitesi fazla yükseltmiş olacak ki, Erdoğan’ın sık sık Avrupa Birliğine (AB) “Gönderirim, gelirler” çıkışlarını, Suriye’den bize mülteci gönderilmesi “şantajı” olarak tanımlamış.)
....
Şimdi daha açık sanırım, düzey bir kademe daha düşmeden mevcut durumun fotoğrafını çekme isteğim. Korkarım bu gidiş devam ederse, medyadaki bu ağır tablo da hafif kalacak.
Benim hayret ettiğim, bu ekipten İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu’nun ailesiyle geçirdiği bir hafta sonuna dair de bir “Bay Kemal” sorusunun çıkmamış olması. Gerçi o konu medyada yeterince, hatta şu ağır gündeme bakacak olursak gereğinden fazla işlendi. Konunun haber değeri olduğu bir gerçek… Ancak deprem vergisinin nereye harcandığının hesabının sorulamadığı, tarihi cumhuriyetimizden eski Kızılay’ın harcanan milyonlarının hesabının sorulamadığı ülkede, İmamoğlu ailesiyle yaptığı iki günlük tatilin hesabını sonunda kameralar karşısında veriyor.
Makbul sayılan gazetecilerin Cumhurbaşkanına neyi, nasıl sorduğundan belli değil mi memlekette gazeteciliğin geldiği yer? Memleketin geldiği yer…
(*)
Gazetecilerin kim olduğuyla uğraşmayacağım, hiç biri özel olarak üzerine alınmasın, ya da isteyen alınabilir. Aralarında yıllarca birlikte çalıştığımız, bu tür gezilerde haber kovaladığımız kişiler de bulunuyor. Cumhurbaşkanının bir başka gezisinde, başka isimler de olabilirdi o tabloda ama emin olun nelerin nasıl sorulduğu fazla değişmezdi. O nedenle isimlerden çok tipolojinin nasıl evrildiğine, nereden nereye geldiğine dikkat çekmek istiyorum.
Murat Yetkin'in yazısının tamamını okumak için
tıklayınız
Akif Beki Cumhurbaşkanı’nın uçağındaki gazetecileri eleştirdi: “Sorduğu sorunun cevaba ihtiyacı yok…” haberini okumak için tıklayınız