Ahmet Altan, Osman Kavala ve Selahattin Demirtaş Hrant Dink için yazdılar: 'Eğer bugün öldürülseydi...'

Ahmet+Altan,+Osman+Kavala+ve+Selahattin+Demirta%C5%9F+Hrant+Dink+i%C3%A7in+yazd%C4%B1lar:+%E2%80%99E%C4%9Fer+bug%C3%BCn+%C3%B6ld%C3%BCr%C3%BClseydi...%E2%80%99
ABONE OL
Cezaevinde bulunan gazeteci Ahmet Altan, iş insanı Osman Kavala ve HDP'nin eski eş genel başkanı Selahattin Demirtaş, öldürülüşünün 13. yılında anılan Hrant Dink anısına Agos Gazetesi'nde yayınlanan bir yazı kaleme aldılar. 19 Ocak 2007'de kurucusu ve genel yayın yönetmeni olduğu Agos Gazetesi'nin binası önünde silahlı saldırıya uğrayarak hayatını kaybeden Ermeni asıllı gazeteci Hrant Dink'in bugün 13. ölüm yıl dönümü. Agos Gazetesi önü ve kabri başında anılacak olan Hrant Dink için, gazetede özel yazı ve dosyalar da hazırlandı. Edirne Cezaevi'nde bulunan Selahattin Demirtaş ile Silivri Cezaevi'nde bulunan Osman Kavala ve Ahmet Altan, Hrant Dink birer yazı yazdılar. Yazısında; Hrant Dink'in öldürülmesinin bu devlet için bir utanç kaynağı ama her kesimden insanın katıldığı cenazesinin de bir övünç kaynağı olduğunu söyleyen Ahmet Altan, "Eğer Hrant, o muhafazakârların gerçekten iktidar olduğu bugün öldürülseydi, o gün gözyaşlarıyla cenazeye katılanlar, bugün “güvenlik nedenleriyle” öyle bir cenazenin yapılmasına izin vermezlerdi. Çünkü onlar da askerî vesayetçiler gibiler iktidarın zehrinden içtiler, çünkü onlar artık kendilerinden başkasının bu ülkeyi sevmesine izin vermiyorlar, çünkü onlar artık devletin efendisi oldular, çünkü onlar yıllarca ezilen omuzlarına şimdi devletin apoletlerini taktılar, çünkü onlar bir zamanlar dua etmek için gökyüzüne açtıkları ellerinde şimdi birer kırbaç taşıyorlar, çünkü onlar artık bizden değiller" diyerek de aradan geçen 13 yılda değişen siyasi iklimi anlattı. Ahmet Altan'ın yazdıkları şu şekilde: Hrant, daha öldürülmeden gördü ölümün yüzünü. Yargılandığı mahkemede, devletin içindeki bazı karanlık adamlar aniden ortaya çıkıp gözlerini ona diktiklerinde, kendisine bakanın ölümün gözleri olduğunu anlamıştı. “Ruh halimin güvercin tedirginliği” yazısını, ölümü gördüğünü anlatmak için yazmıştı. Son bir çığlık olan o yazı, sağır bir boşlukta sesine cevap verecek bir ses bulamadan kayboldu. Neredeyse devletin bütün katmanlarının haberdar olduğunu, daha sonra çıkan haberlerden öğrendiğimiz o cinayetin Hrant’ı hedef almasının nedenleri vardı. Birileri, gizli odalarda onun “suçlu” olduğuna karar vermişti. Hrant’ın ilk büyük “suçu” bir Ermeni’nin bir insan olduğunu, bir Türk ne kadar makbulse bir Ermeni’nin de o kadar makbul olduğunu bu ülkeye anlatmasıydı. Büyükelçilerin bile kaç yüz bin Ermeni’nin öldürüldüğünü tartıştığı bir ülkede, bir Ermeni’nin bir insan olduğunu,  bir Türk ne kadar makbulse o kadar makbul olduğunu, bu kadar basit bir gerçeği gösterdiğinizde, kolaylıkla telaffuz edilip aynı kolaylıkla unutulan o sayılar daha gerçek bir anlam kazanıyordu. Annesi, babası, çocuğu, sevgilisi, aşkı, acısı, sevinci, şarkısı olan yüz binlerce insanın öldüğü algılanıyor; bir Ermeni için titremeyen vicdanlar bir insan için titreyebiliyordu. Bir köprü kurmaya çağırmak Hrant bununla yetinmiyordu. Tarihin kanlı uçurumları üstünde duygulardan oluşan bir köprü kurmaya, insanları duygularıyla birbirlerini görüp, birbirlerini anlamaya çağırıyordu. Yetimhanede nasıl büyüdüğünü, Rakel’e nasıl âşık olduğunu, çektiklerini anlattığında sizin duygularınıza ulaşıyordu. Bir Ermeni’nin yaşadıklarını anlıyor, onun için üzülüyor, onu seviyordunuz. Düşmanlık bitiyordu, dost oluyordunuz. Önyargıların soğuk dünyası, duyguların sıcaklığından etkilenip biçim değiştiriyordu. Ermenilerin neler yaşamış olduklarını düşünüyordunuz. Ve Hrant, en büyük “suçunu” işleyip bu ülkeyi sevdiğini söylüyordu. Onun bu ülkeyi, bu insanları gerçekten sevdiğini yüreğinizle kavrıyordunuz. Ama bir Ermeni’nin bu ülkeyi sevmeye hakkı yoktu. Bir Ermeni’nin bu ülkeyi sevmesi, eski Türk filmlerinde yoksul bir işçinin patronun kızını sevmesi gibiydi, bu aşk haddini aşan bir küstahlıktı patron için. O zamanlar “patron” askerî vesayetçilerdi. YAZININ TAMAMINI OKUMAK İÇİN TIKLAYINIZ Hrant Dink öldürülmemiş gibi ona mektup şeklinde bir yazı kaleme olan Selahattin Demirtaş ise; şu satırlara yer verdi: Demirtaş, Dink ile 2001 yılında bir konferansta yaşadıklarını anlattı. Sevgili Hrant, merhaba, Bu hafta gelen mektuplar arasında seninkini de görünce ayrı bir sevindim. Gerçi haberlerini avukatlardan alıyorum, selamını da; ama el yazınla bana ulaşan sıcak dostluğunu yüreğimin ta derinlerinde hissettim. Sağlığımı sormuşsun, “Memleket gibiyim işte” diyeceğim, “O kadar mı kötüsün” diyeceksin :) Yok, o kadar da kötü değilim, durumu memleketten kötüsü olan yok bu sıralar. Kendime iyi bakıyorum ama, merak etme. Oda arkadaşım Abdullah Zeydan da titriyor üstüme. Tek başıma olmamak benim için bir şans sanırım. Ama asıl sizleri merak ediyoruz. Dışarısı katran karası, herkeste bir bıçak yarası diyorlar. Nefes almak bile giderek zorlaşıyormuş. Korku imparatorluğunun mimarları boş durmuyorlar anlaşılan. Her güne bir zulüm sığdırabilmek için bir hayli efor sarf ediyorlar. “İmparatorun rüyası halkın kabusudur” diyordu Gomez, bizim “diplomasız imparator” bu sıralar çok rüya görüyor olsa gerek. Umudu büyüten şeyler de duyuyoruz tabii. Zulmün olduğu yerde direniş de vardır, direniş varsa umut da vardır. Demokrasiye, barışa ve özgürlüklere inanan her kesimden insanın bir araya gelip çok daha güçlü ittifaklar oluşturabileceğine dair tartışmalar yapılıyor. Kısıtlı da olsa gazetelerden takip etmeye çalışıyoruz. Gerçi sen mutlaka bu çalışmaların bir şekilde içindesindir, bizden daha iyi biliyorsundur. Biz de çok değerli, çok anlamlı buluyoruz böylesi çalışmaları. Umarım sekteye uğramadan iyi bir şekilde sonuçlanır da halkın hasretle, heyecanla beklediği en geniş tabanlı demokrasi bloğu ortaya çıkar. Doğudan batıya herkes el ele verip de mücadeleyi büyütürse gerisi kolaydır. Demokrasiye bağlı ve özgürlüklere saygılı bir yönetimin görevi devralması için de yan yana durmak tarihi, siyasi ve ahlaki bir sorumluluk bence. İlgiyle, heyecanla izleyeceğiz bu çalışmaları buradan. Bize de bir şey düşerse hazırız elbette, bir haber yollaman yeterli. Değerli dostum, Hatırlar mısın bilmiyorum, 2001’de Diyarbakır’a gelmiştin, bir konferans için. Ben o sıralar İHD Diyarbakır şubesinde görev yapan genç bir avukattım. E haliyle sen de çok gençtin :) OHAL devam ediyordu, kaldırılmamıştı daha. Panel, konferans izni almak çok zordu. Yine de o konferans için izin koparılmıştı. Zar zor ikna etmiştik seni O zamanlar, bütün konuşmacıların nüfus kayıt örneklerinin, ikametgah senetlerinin ve sabıka kayıtlarının etkinlikten önce emniyet müdürlüğüne verilmesi gerekiyordu. Bürokratik işlemlerle ben uğraşıyordum. Arayıp senden de bu evrakları istemiştik. Yadırgamıştın önce. “Öyle şey mi olur” demiştin. Zar zor ikna etmiştik seni. Diyarbakır’da misafirimiz olmanı, konferansa katılmanı çok istiyorduk çünkü. Tüm konuşmacıların evrakları gelince de başvuru için Emniyet’e gitmiştik. Polis amiri evraklara şöyle bir bakıp “Bir Ermeni’yi de mi çağırıyorsun” demişti. Yüzünde bir küçümseme, belki de tiksinti ifadesi vardı. Öfkeden kulaklarıma kadar kızardığımı hissediyordum. Aramızda bir tartışma, bir kavga çıksa etkinliği yasaklayacak adam. Derin bir nefes alıp “O Ermeni’yi özellikle çağırıyoruz. Zamanınız olursa gelip dinleyin, belki siz de bir şeyler öğrenirsiniz” demiştim. Bu sözlerim üzerine, adam bana da iğrenerek bakmıştı. Birileri senin insanlığını görmüyor Neyse izin çıkmıştı bir şekilde, hepiniz gelip konuşmuştunuz, başarılı ve etkili bir konferans olmuştu hatırlarsan. Ama ben sana söylemeyi hep unuttum o günden sonra. O zaman fark etmiştim ki birileri senin insanlığını görmüyor, Ermeni olmanı kendine dert ediyor. Bunu söyleyen bir polis amiri olunca da insan tedirgin oluyor haliyle. Vatandaşın güvenliğinden sorumlu kişiler böyle düşünürse kim kimi koruyacak o halde, değil mi? YAZININ DEVAMINI OKUMAK İÇİN TIKLAYINIZ! Kısa bir yazı kaleme alan Osman Kavala ise; kendisinin ve haksız yere cezaevinde kalanların özgürlüklerini, Hrant Dink'inde yazdıklarından ve söylediklerinden dolayı hayatını  kaybettiğini belirtti ve " Tek başımıza ve birlikte, Hrant için, bu ülkenin öldürülen namuslu insanları için ve herkes için adalet talep etmeye devam edeceğiz" dedi. Osman Kavala'nın yazısı şu şekilde: Değerli Agos okurları, Üçüncü defa, bu yıl da, 19 Ocak’ta sizlerle, Hrant’ın arkadaşlarıyla beraber, Agos’un önünde olamayacağım. Sevgili Hrant’ın martılarla birlikte göründüğü fotoğrafı düşünerek ve üzerimden uçarak giden martıları seyrederek Hrant’ı anacağım. Hrant’ı anmak, bir insanın hemcinslerine,  yurttaşlarına, insan kardeşlerine ne kadar kolaylıkla kötülük yapabildiğini, acı veren bu gerçeği, yüzümüze çarpıyor. Ama, Hrant’ı düşünmek, yaşadıklarımıza katlanmak ve umut etmekte direnmek için daha fazla güç veriyor. Ben ve haksız yere cezaevinde bulunanlar bir süreliğine özgürlüğümüzü kaybettik; Hrant, yazdıklarından ve söylediklerinden ötürü hayatını kaybetti. Yaşadığımız sürece, tek başımıza ve birlikte, adalet istemek ve umutlu olmak imkanımız olacak. Tek başımıza ve birlikte, Hrant için, bu ülkenin öldürülen namuslu insanları için ve herkes için adalet talep etmeye devam edeceğiz. 2020 yılının umutlarımızı güçlendiren bir yıl olmasını diliyorum.  
twitter takip