Faruk Bildirici, Erbil Tuşalp'in ardından yazdı: İşkence belgeleyicisiydi...

Faruk+Bildirici,+Erbil+Tu%C5%9Falp%E2%80%99in+ard%C4%B1ndan+yazd%C4%B1:+%C4%B0%C5%9Fkence+belgeleyicisiydi...
ABONE OL

Medya Ombudsmanı Faruk Bildirici, önceki akşam KOAH tedavisi gördüğü İzmir Başkent Hastanesi'nde hayatını kaybeden usta gazeteci Erbil Tuşalp'in ardından duygusal bir yazı kaleme aldı...

İşte, Bildirici'nin T24'te kaleme aldığı o yazı:

"Erbil Tuşalp, 12 Eylül 1980 darbesinin ardından işkenceleri, işkencelerdeki ölümleri ve dönemin insan hakları ihlallerini arşivlemeye adadı kendisini. Duyduğu, okuduğu, dinlediği her işkence vakasının üzerine gitti. Avukatlarla, ölenlerin yakınlarıyla, gören bilen kimi bulduysa konuşup notlar aldı. Acılı insan öyküleri biriktirdi ve görmediğimiz karanlığın gördüklerimizden çok daha koyu olduğunu gözler önüne serdi
Kimisi ilk karşılaştığı insanın önce gözlerine bakar, derinlerde ne sakladığını anlamak istercesine. Kimisi ellerine bakar, geçmişinin izlerini arar. Kimisi de giysilerine, üstüne başına bakar zevkini, maddi durumunu anlamak için.

Erbil Tuşalp ise başkadır. Yeni tanıştığı insanın elinde ilginç/değerli bir kalem varsa başka bir şeye bakamaz, takılır kalır. İlk fırsatta ister, eline alır inceler, bir süre kalem üzerine sohbet eder, sonra asıl konuya döner.

Onun kırtasiye tutkusu öyle camekânlarda saklanacak, dostlarına gösterecek değerli obje arayışı değil, kullanmak içindir. Kalemi, küçük not defteri elinden düşmez, sol göğsünün üzerindeki cebinde mutlaka birkaç kalem olurdu. Deri çantasını her açıp kapatışında kalem gözüne mutlaka dokunurdu. Sanki o kalemler canlıydı ve o da iyi yazmasına yardım etmeleri için sevgisini gösteriyordu.

Daha çok kurşun kalem kullanıyordu hatırladığım kadarıyla. Uçları sürekli sivriydi, yazmaya hep hazır olurdu. Olması da gerekliydi. Günün her saatinde, her anında da defterini açar not alırdı. Kim olursa olsun, bir haber kaynağı, dostları ya da okurlarla konuşurken hemen defterini açar, not alırdı. Ona bir konuyu anlattıysanız mutlaka defterine geçirirdi. Eğer fırsat bulamamış da not alamamışsa ne yapar eder gün bitmeden bir fırsat yaratıp tamamlardı eksiklerini. Notları da çok düzgündü. Önce tarih, görüşme saati, kiminle görüştüğü ve diğer bilgiler…

Bu kadar titiz çalışmayı, disiplinli davranmayı ve arşivciliği nasıl edinmişti bilemiyorum ama 1980'lerde Cumhuriyet Gazetesi Ankara Bürosu'nda, Yalçın Doğan ile yarışıyorlardı. Yalçın Doğan, "Alman ekolü"ndendi, Erbil Tuşalp ise Kara Harp Okulu kökenliydi. Disiplin anlayışı askeri okuldan beslendiyse de "sivil kafalı" olmasını engelleyememişti.

Cumhuriyet'te ideal çalışma ortamını bulmuştu. Mutluluğunu öyle açıkça dile getirmek gibi bir huyu yoksa da gece gündüz demeden çalışmasından, enerjisinin hiç tükenmemesinden anlaşılıyordu bu. Büro içinde sürekli hareket halindeydi.

Daha sık doluyordu gözleri

1980 yılı Haziran ayının ilk günlerinde tanışmıştım. Ankara Basın Yayın Yüksek Okulu öğrencisiydim. Yazgülü Aldoğan, hocamız olarak beni ve Oğuz Erdoğan adlı arkadaşımı staj için götürmüştü Cumhuriyet'e. Ankara İstihbarat Şefi Erbil Tuşalp, kısa birkaç soru sordu. Sonra Yazgülü Aldoğan'a dönüp onunla sohbet etti. Böyle başladı 45 günlük stajımız.

Erbil Abi, birkaç yıl önce konuşurken itiraf etti o gün benimle ilgili ilk izleniminin olumlu olmadığını: "İkinize de baktım, senin için 'Bundan gazeteci olmaz bırakır gider ama öbürü çok cevval bir tipe benziyor' dedim. Seni gözüm tutmamıştı. Ama yanılmışım."

Hem de çok sıkı yanılmıştı. Oğuz, staj süresini bile bitirmeden bırakmıştı gazeteyi. Bense stajdan sonra da kalıp kadroya girmiştim. 40 yılı bulan gazetecilik serüvenim öyle başlamıştı.

Onun yanıldığını söylemesi de öyle kolay bir iş değildi, övgülerine mazhar olmak da. Onur duydum, mutlu oldum doğrusu. Cumhuriyet bürosunda esirgediği güzel sözleri son yıllarda dile getirmekle kalmadı, aralıklarla telefon edip destek verdi."

Yazının tamamını okumak için TIKLAYIN...

twitter takip