Aydınlık bir dünya için karanlık bir savaş!

Ayd%C4%B1nl%C4%B1k+bir+d%C3%BCnya+i%C3%A7in+karanl%C4%B1k+bir+sava%C5%9F%21;
ABONE OL
BU FİLM EN ÇOK SİZİN İÇİN 2019 İlkbaharında vizyona giren Sean Penn ve Mel Gibson’ın başrollerini paylaştığı “Deli Ve Dahi” filmi Oxford Sözlüğün yaratım sürecinde yaşanan olayları merkezine alan şık bir filmdi. “Ülkemizde dil ve tarih ile ilgilenen, bu iki kıymetli alanı meslek edinmiş insanlar bile bu filmi izlese film büyük bir ilgi görür” demiştim. Elbette bu insanların büyük çoğunluğu, aslen sinemaya kıymet vermesi beklenen, kültür düzeyi yüksek, entelektüel de bir sınıfa mensup olmalarına rağmen bu filmi gidip de sinemada izlemeye lüzum görmediler. Sinemalarda geçtiğimiz hafta vizyona giren “Elektrik Savaşları” filmi de sırf ülkemizde elektrik ve elektronik ile ilgilenen, mühendislik ve teknoloji alanında faaliyet gösteren insanlar tarafından izlense sinemalar dolup taşar aslında. Ama filmi ilk izleyişimde de, detaylı bir izleme için ikinci izleyişimde de tüm salonda tek başımaydım. O yüzden mesleki alakayı bu yazının en başına koyuyor ve diyorum ki: Konuya teşne insanlar zaman ayırıp filmi izlemeliler. Çünkü film; o meşhur hikayesini, en çok da konuyu teknik olarak hayli iyi bilen sizlerin kavrayabileceği biçimde anlatıyor. WEINSTEIN’DEN OLUMLU BİR ELEKTRİK ALMANIN İMKANSIZLIĞI Ülkemizde ağırlıklı olarak sıra dışı bir aksiyon olan “Wanted” ile tanınan ve elektrik mühendisi bir babanın oğlu olan Timur Bekmambetov yıllar önce Edison, Westinghouse ve Tesla üçgenindeki olayları anlatan bir proje ile ilgilenmeye başlamıştı. Yönetmen olarak Alfonso Gomez-Rejon’u seçen Bekmambetov uzun süre filme yatırımcı bulamayınca benim “Ayla”da yapmak zorunda kaldığıma benzer bir şekilde bir son yol denemiş ve acımasız skandallar hanedanı Weinstein ile ortak yapımcı olarak anlaşmıştı. Elbette sevimsizlik ve namussuzluk abidesi Weinstein’dan olumlu bir elektrik alabilmek mümkün değildir ve kendisi yapım süreci boyunca rahat durmadı. Filme eklettiği saçma sapan sahneler ve kurguya da karışarak patatese çevirdiği film ilk festival gösteriminde hayli kötü eleştiriler aldı. Tam da bu tarihlerde Weinstein’in diğer skandalları da patlak verince; film, şirketin birçok projesi gibi rafa kalktı. Bizler de bu hikayeyi izleyemeyecek olduğumuz için üzüldük. Neyse ki iyi insanlar da var. Yönetmenin yıllar önce asistanlığını yaptığı Martin Scorsese sinema tarihinde kıymetli olduğuna inandığı pek çok filme verdiği desteği bu filme de verir ve sürece müdahil olur. Sonuç olarak Scorsese’ın katkılarıyla film hem çekilen ek sahnelerle, hem de kurgu operasyonlarıyla toparlanır ve yeni bestelenen müziklerin de katkısıyla birkaç yıl gecikmeli olarak nihayet artık vizyonda. (Scorsese’ın Metin Erksan’ın “Susuz Yaz” filmini yıllar sonra restore ediş hikayesini anlatan yazımızı okumak isteyenler için de link şurada... BİRİNCİ SINIF KADRO, BİRİNCİ SINIF PRODÜKSİYON Benedict Cumberbatch, Tom Holland, Nicholas Hoult ve Michael Shannon’dan oluşan kare as kadro muazzam. Bu dört usta aktör filme her anlamda imzalarını atıyorlar. Filmde akıllara kazınacak fotoğraflar, sanat yönetiminin usta işi bir hüner sergilediği ve artık daima bu filmle anımsanacak objeler var. Ancak maalesef film, birinci sınıf prodüksiyonuna ve bu muazzam prodüksiyonun olayların geçtiği döneme kattığı inandırıcılığa rağmen, hikayeyi anlatma biçiminde yaptığı seçimle, ortalama seyircinin filme adapte olmasını zorlaştırıyor.  HİKAYE ANLATIMINDA TERCİH EDİLEN YOL Bir hikayeyi anlatırken, seyircinin olay örgüsünü kavrayabileceği kimi detayları bilmesi gerekir. Bunlar teknik bazı teferruatlar da olabilir. Bu bilgileri filmin doğal akışından ayrıştırmadan, didaktik olmadan, yani hem göze sokmayıp, hem de seyirciyi sıkmadan verebilmek de usta işidir. İncelikli bir hüner ister. Bazı hikaye anlatıcıları bu hünere sahip olsa bile, seyircinin olayları daha iyi kavrayacağı detayları vermekten kaçınır. Çünkü gerçeklik duygusunu zedelemekten çekinir. Seyirci sadece olayların geçtiği anlara tanık olmakla yetinsin ister. Tıpkı sokakta hiç tanımadığınız insanların başına gelen bir olaya, o an için tanık olmak gibi. Olayın öncesini ya da perde arkasını bilmezsiniz, o an gördüğünüz kadarıyla yetinmek zorundasınız. Bu durumda tek çareniz kimi tahminler yürütmek ya da olay çok ilginizi çektiyse sonrasında araştırmalar yaparak tüme varmaktır. “Elektrik Savaşları”nda da tercih edilen yol bu. Edison’u izliyorsunuz. Edison elektrikle ilgili tüm teknik bilgilere hakim. Tesla da öyle. Westinghouse yaptığı ticaretin detaylarının farkında. Ama seyirci olarak siz değilsiniz. Edison teknik bir iddia ortaya attığında Tesla’nın yüz ifadesinde kafasından geçenleri anlamanız bekleniyor çünkü kamera o an Tesla’ya yöneliyor. Ama konuyu bilmiyorsanız Tesla’nın o an ne düşündüğünü anlamanız mümkün değil. Karakterler bu sahnelerde birbirlerinin teknik olarak neyi kastettiğini, bu söz ya da fikrin olay akışında nelere mal olabileceğini gayet iyi biliyor. Ama siz bilmiyorsunuz. En basitinden alternatif akım (AC) nedir, direkt akım (DC) nedir bilmeyen çok sayıda insan olduğunu düşünürsek, o insanların filmi hazmetmesi de bir o kadar zorlaşıyor. AC/DC MÜZİK GRUBUNUN İSMİNİ ARTIK HERKES ANLADI MI? Örneğin film dilimize “Elektrik Savaşları” olarak çevrilmiş ancak orijinal ismi “Current War” “Current” akım anlamına geliyor. Elektrik gibi büyük ve ölümcül bir gücün dolaşımını kontrollü bir biçimde sağlayan iki tür akım var. Biri “direkt akım” diğeri “alternatif akım”. Film bu iki akımı savunanların karşılıklı savaşına odaklanıyor. Yani gücün kontrolünün ve dağılımının hangi yöntemle, hangi maliyetle kimin elinde olacağı filmin temel çatışması. Bu anlamda filmin ismi “AC/DC” de olabilirdi ve böylece herkes ünlü müzik grubunun ismine ilham veren kaynağı da anlamış olurdu. Ancak filmde geçen son derece kafiyeli “ne AC ne DC burada söz konusu olan currency (para, para birimi, geçerlilik)” repliği filmi özetlemeye yetiyor. Fakat bunu anlamak için bile tüm bu teknik terimleri tam anlamıyla bilmeniz gerekiyor. Bu yüzden filme gitmeden önce Edison, Tesla, Westinghouse çekişmesiyle ilgili küçük bir okuma yapmanızı öneriyorum. Bu, filmi daha rahat idrak etmenize yardımcı olacaktır. WEINSTEIN’DAN KAÇARKEN RUHSUZLUĞA TUTULMAK Temel çatışmayı kavramanın dışında geriye karakterlerin duyguları ile empati kurmak kalıyor. Tesla göçmen olmanın zorluklarını yaşıyor. Edison ise hayatındaki en iyi arkadaşı olan eşinin hastalığı ve ölümü karşısındaki çaresizliğiyle insani bir profil çiziyor. Westinghouse; Edison’ın sadece icatlarına sahip olmakla ilgili değil şöhretiyle ilgili de iç çatışma ve kompleksler yaşıyor. Fakat bu noktada film yeterlilik dozunu ayarlamakta ürkek davranıyor. Bu da Weinstein’in hoyratlığının filme verdiği zararlardan biri. Kaçınılmaz bir yan etki. İlk gösterimde Weinstein’in ajitasyon dokunuşları öyle rahatsız edici bir anlatı ortaya çıkarmış ki, filmi yeniden ele alırken, karakterle empati kurmamız gereken en insani anlar çoğu kez üstün körü geçiştiriliyor. Film duygu sömürüsünden, istismar sinemasının klişelerinden kaçınmaya çalışırken bu defa bir miktar ruhsuz karakterler ortaya çıkıyor.   Rasyonel bilim insanlarının duygudan yoksunluğunun da altı çizilmek istenmiş olabilir ama ailece mors alfabesiyle anlaşan Edisonların en duygusal anlarda bile duygularını bu alfabeyle ifade etmesi, hiçbir icadıyla eşinin ölümüne çare olamayan Thomas Edison’ın eşinin sesini kaydettiği icadıyla hem teselli bulup hem de acı çekmesi, bu insanların rasyonel olduğu kadar kaçınılmaz olarak içlerinde birer ruh da barındırdığı ile ilgili güzel ama bütünden uzak, üstünkörü serpiştirilmiş detaylar olarak akıllarda kalıyor. AYDINLIK BİR DÜNYADA, İDAM TEKNOLOJİSİ Elektriğin ve ampullerin hayatımıza girişiyle dünya aydınlanıyor ama film, elektriğin etrafında dönen olaylarla bu aydınlıkla kol kola yürüyen karanlığı da göstermek istiyor. Elektriği acısız bir idam yöntemi olarak devreye sokmaya çalışan otoritelerin, kendilerine bir elektrikli sandalye tasarlaması için Edison’ın kapısını çalmaları uzun sürmüyor. Ölümcül sonuçları olabilecek bir yol olduğu için diğer elektrik akımı transferi metotlarını kabul etmeyip eleştiren Edison, icatlarını sürdürebilecek ekonomik özgürlüğü kazanmak için “benim icatlarımın özelliği kimsenin ölümüne yol açmamasıdır” kuralını ihlal edip etmemenin sınırlarında geziyor ve sonuç olarak karanlık işlere, karanlık ilişkilere bulaşmak zorunda kalıyor. Sonuçta ortada yeni dünyayı yaratan bir güç var. Bu tür güçlerin oluşumuna yol açacak yaratımlar tasarladığınız zaman herkes açığa çıkan gücün bir parçası olmak ister. İdam cezası aslen bir güç gösterisidir. Otorite; suçlulara karşı kudretini sergilemek ister. Bunu en güncel en büyük güce sahip olup, bunu açıkça kullandığını göstererek yapmak ister. Tüm dünya göz kamaştırıcı parlaklıkta bir aydınlığa kavuşurken, aynı kadrajın ortasında idam cezasına çarptırılan ilk mahkumun yer aldığı fotoğraf karesinin sessizce kararması sinemada anlatmaktan çok göstermenin etkisine örnek olacak şıklıkta bir an olarak yaratılmış. VE UNUTULMAZ ÇİT METAFORU Filmin sonunda, “tam olarak ne izledik biz şimdi?” diyebilecek seyirci için ise filmi bir başka açıdan da özetleyen güzel bir “çit metaforu” var. Edison yıllar sonra bilim fuarında karşılaştığı Westinghouse’a “arazime bir çit yaptığımda yan arsanın sahibi de bundan yararlanıyor ve çit benim de çitim diyebiliyor” sözüyle, yarattığı, icat ettiği şeyler üzerinde, emeği olmadığı halde herkesin söz sahibi olup hak iddia etmesindeki adaletsiz döngünün altını zekice bir sitemle çiziyor. Westinghouse’ın tüm olanlardan sonra buna cevaben “o halde çitin bedelini ödemeli, masrafını bölüşmeliyiz” sözü de bu önermeyi diğer pencereden tamamlıyor. Bir fikre imza atan, bir icat, bir proje tasarlayan özel insanların, tarihte Edison ya da Tesla gibi diğer kıymetli insanlarla empati kurabileceği bu müthiş çit metaforu, iyi bir fikrin tarihte hiçbir zaman size kalmayacağı, size bırakılamayacağı, vahşi tüccarların onu sizden çalmak, sizi itibarsızlaştırmak dahil her yolu deneyeceği, bir değer yaratmanın karanlık bir savaşın başlangıcı olduğu kapitalist dünyamızı harikulade özetliyor. Film, Edison için bir teselli olarak da gösterilmeye çalışılan ve onu “sinemanın yaratıcısı” olarak sunulduğu icatla son buluyor. Oysa Lumiere Kardeşler ile bu alanda aralarındaki çekişme apayrı bir savaşın apayrı bir filmin konusu. Son söz olarak filmlere dair notlarımda benden daha çok senaryo üzerinde yorumlar yapmam beklenir ama zaten senaryo bilmeyen insanlar bile film yorumlarken filmi vücuda getiren pek çok elementi göz ardı edip sadece senaryodan söz ettiği için ben filmlerin yapım notlarından ve senaryo dışında bir filmi film yapan elementlerden bahsetmeyi daha önemli bulurum. Fakat bu filmde daha çok senaryodan söz etmek zorundayım çünkü filmde senaryo dışında hemen hemen her detay gayet yolunda görünüyordu. Şunu da artık her yazımın sonunda paylaşmak istiyorum. Film yazıları ve notları, at yarışı bültenleri gibi, hangi filmi izleyip, hangi filmi izlemeyeceğinizle ilgili ip ucu veren sığlıkta metinler değildir. Sizler de filmleri ne birisi tavsiye etti diye izleyin, ne de birisi olumsuz eleştiriler yaptığı için görmemezlik edin. Çünkü size anlamlı gelen bir başkasına anlamsız gelebileceği gibi başkasına doyurucu gelen ise size yetersiz gelebilir. Kimseye aldırmadan filmlere gidin, izleyin ve kendi fikriniz oluşsun. Sonra diğer insanların fikir ve yorumlarıyla kendinizinkileri karşılaştırın. Sinema üzerinden sosyalleşmek, gelişmek, birbirimizi anlayıp iletişim kurabilmek dediğimiz tam olarak budur ve ancak bu şekilde mümkün olur. Herkese iyi seyirler.
twitter takip