Canan Kaya

Felat Bozarslan: Demirören beni 'Sakıncalı personel' ilan etti!

ABONE OL

2 yıl önce ayrıldığı Demirören Haber Ajansı'ndan (DHA) tazminatını alamayan ve haklarını almak için hukuk mücadalesi veren deneyimli savaş muhabiri Felat Bozarslan, Medyakoridoru'nun sorularını yanıtladı...

Felat Bozarslan... Yıllarca televizyon ekranlarında savaş ve çatışma bölgelerindeki en sıcak gelişmeleri aktardı bizlere... En tehlikeli bölgelerden canlı yayınlar yaptı, zorlu koşullar altında mesleğini icra etti. 13 yıl boyunca çalıştığı DHA’da, 2012’den 2018 yılına kadar hep savaş bölgelerinde görev aldı. Ancak 2018 yılında Doğan Medya Grubu’nun, Demirören Medya Grubu’na satılmasıyla kurumda artık “Sakıncalı personel” olarak anılmaya başladı. Neden böyle anıldığını bir türlü öğrenemeyen Bozarslan, uğradığı mobbinge dayanamadı ve DHA’ya çektiği ihtarnameyle sözleşmesini haklı sebeplerle feshetti, tazminatını istedi. Bir sonuç alamayınca da dava açtı.

2 yıl boyunca haklarını alamayan ve hukuk mücadelesi devam eden Bozarslan, şu anda freelance olarak Deutsche Welle  (DW) Türkçe’de muhabir olarak çalışıyor.

Aradan geçen 2 yıla rağmen tazminatını alamadığı gibi bir muhatap da bulamadığını belirten Bozarslan’la, haklarını alabilmek için verdiği mücadeleyi ve uğradığı mobbingi konuştuk.

 

“BENİ ‘SAKINCALI PERSONEL’ İLAN ETTİLER”

Felat, en baştan başlayacak olursak olayın bu noktaya nasıl geldiğini ve kurumla yollarını neden ayırmak zorunda kaldığını anlatır mısın?

Doğan Medya Grubu’yla çalıştığımız dönemde oradakilerle hiçbir sorunumuz yoktu. Doğan Grubu’nun son dönemlerinde DHA’nın yönetim kadrosu değişti. Yönetim kadrosu değişince de haliyle kurumsal hafıza da silinmiş oldu. Yeni bir Genel Müdür ve yeni çalışanlar geldi. Bir ara beni Irak’a göndermişlerdi. Geri döndüğümde ise şirkette kimse bana selam vermiyordu ve konuşmuyordu. Ne olduğunu anlamaya çalışırken bir de baktım beni “Sakıncalı personel” ilan etmişler. Üstelik bu tabiri de açıkça kullanmışlar “Bu adam sakıncalı personeldir” diye...

Neden?

Sebebini ben de bilmiyorum. Muhtemelen Irak’ta yaptığım haberlerle ilgili bir şeydir diye düşündüm. Sonuçta savaş meydanındasın orada ne oluyorsa onu yazıyorsun.

“SATIŞTAN SONRA MOBBİNG BAŞLADI”

Sonra nasıl gelişti bu olay?

Zaten bu olaydan kısa bir süre sonra da Doğan Grubu, Demirören Medya Grubu’na satıldı. Bu satışa paralel olarak da hemen bir mobbing başladı.

“KADINA YÖNELİK ŞİDDET VE ÇOCUK İSTİSMARI HABERLERİNİ YAPMAMIZI İSTEMEDİLER”

Nasıl bir mobbing?

Açık bir şekilde değildi ama ben net bir şekilde hissediyordum. Mesela Diyarbakır’da olduğum dönemlerde Adliye’de çalışıyordum. Dolayısıyla da kadına yönelik şiddet, çocuk istismarı davaları, bu davalardaki iyi hal indirimleriyle ilgili çok sayıda haber yaptım. Bu haberlerden dolayı da en az 9 kez yargılandım. Bir anda “Artık bu haberleri istemiyorlar, yapmayacaksınız” dediler.

Neden yapmayacakmışsınız?

Çünkü bu haberlerin yayınlandığı sayfalarda reklam alınmıyormuş. Bu nedenle de bu haberleri yapmayacakmışız. Böyle tuhaf tuhaf gerekçeler... Bir gün bana bundan sonra gece haberlerine bakacağımı söylediler. Ben de editör olmadığımı, sahada çalışan bir muhabir olduğumu ve sahada çalışmaya devam etmek istediğimi söyledim. Gerçekten de iyi haberler yapıyordum. O dönemki yöneticilerim de beni hep takdir ederlerdi. Artık gece haberlerine bakacağımı söyleyerek açıktan değil ama üstü kapalı bir mobbing yaptılar. O dönem gelen Genel Müdür de 20 yıl önce birlikte çalıştığım biriydi. Beni tanımayan bilmeyen biri de değildi. Dolayısıyla ben de kendimi sorgulamaya başladım ‘ben neden sakıncalı personelim’ diye...

Hiçbir yanıt bulamadın mı?

Kurumda samimi olduğum arkadaşlarım, “Irak’a çok gitmişsin ve IŞİD’le savaşan peşmergeyle ilgili çok haberler yapmışsın” dediler. Nedeni buymuş... Irak’a ben kendim gitmedim sonuçta, beni o kurum gönderdi. O dönem “Biz ilk kez böyle görüntüler görüyoruz. DHA ilk kez savaş meydanlarından canlı yayınlar yapıyor” diye alkışlıyorlardı. Bu süreç böyle devam edince ben çok sıkılmaya başladım. Çünkü işimi de yapamaz duruma geldim. İstanbul’a giderek genel müdürle görüştüm ve durumu anlattım. ‘Benimle çalışmak istemiyor olabilirsiniz. Tazminatımı verin ve beni gönderin. Siz de rahatlayın, ben de rahatlayayım. Sonuçta ben DHA’yı seviyorum, burası benim yuvam gibi. Dargın ayrılmak istemiyorum’ dedim. O da “Tamam. Sen Diyarbakır’a geri dön, ben konuşup sana haber vereceğim” dedi. Birkaç gün sonra beni aradı “Sen Irak’a git” dedi. O sırada çocuğum dünyaya gelmişti ve daha 40 günlük bile değildi. O günlerde Erbil’de küçük bir olay olmuştu ama Türkiye’den ekip gönderilecek kadar önemli bir olay değildi yani. O noktada anladım ki “Sakıncalı personel” politikası devam ediyor.

Gittin mi?

Evet. 48 gün kadar orada kaldım. En sonunda geri çektiler. Diyarbakır’a döner dönmez de noter aracılığıyla ihtarname çektim. Haklarımı istediğimi, verilememesi durumunda sözleşmemi haklı nedenlerle feshedeceğimi yazdım. Üzerinden tam 1 ay geçti, cevap bile vermediler. Kurumdan biri de arayıp sormaz mı “Sen 13 yıldır burada çalışıyorsun, hayırdır derdin ne” diye... Sormadılar! Bir ay boyunca cevap gelmeyince ben de ikinci ihtarnameyi çektim, sözleşmemi haklı nedenle feshettim ve ayrıldım. Bu arada bende kurumun 670 TL parası kalmıştı. Zarfa koydum, çekmecemde duruyor. 4-5 kere aradım ve bu parayı alın, hesap numarası verin yollayım dedim. Maalesef taş duvar... Halen duruyor o para çekmecede.

“KAFAMIN ÜZERİNDEN DEFALARCA KURŞUN GEÇTİ”

Peki seninle hiçbir şekilde iletişim kurmadılar mı? Tazminatın ya da ayrılık kararınla ilgili avukatlarını da mı devreye sokmadılar?

Ayrıldığım günden beri hiçbir iletişim kurmadılar. Bana tek bir telefon açıp “Sen 13 yıl boyunca bu kurumda çalıştın, onca sene ailenden uzak kaldın, savaşlara gittin, dağlarda kaldın” dahi demediler... Biliyor musun Canan, kafamın üzerinden defalarca kurşun geçtiği anlar oldu. Ama maalesef bir gün arayıp da “Niye ayrılıyorsun, senin derdin ne” diye bile sormadılar. O dönem benim bildiğim en az 7-8 DHA çalışanı tazminatlarını aldılar, anlaşıp ayrıldırlar. Ama bana özellikle böyle bir uygulama yaptılar. Beni yoksaydılar ve sebebini de anlamadım. Halen de bilmiyorum...

“25 BİN TL VERELİM, DAVAYI AÇMAYIN DEDİLER”

Dava açtın mı?

Tabii hiçbir cevap alamayınca alacak davası açtık. Bizi önce uzlaştırmak istediler. Uzlaştırmaya avukatım gitti. Demişler ki “25 Bin TL verelim, davayı açmayın.” Gerçekten çok komik değil mi? Resmen dalga geçtiler.

Sonra ne oldu?

Elbette kabul etmedik. Davamız devam ediyor şu anda. 2 hafta önce duruşmamız vardı hatta. Ne sonuç çıkar bilemiyorum tabii ki.

“BİZE ZORLA FAZLA MESAİ EVRAĞI İMZALATIYORLARDI”

“SATIŞTAN SONRA YAYIN POLİTİKASI TAMAMEN DEĞİŞMİŞTİ”

Peki Demirören’e bağlı olarak çalıştığın dönemde başka bir sorunla karşılaştın mı? Ya da şahit olduğun başka bir haksızlık var mıydı?

Doğan Medya Grubu’nun Demirören Medya Grubu’na satılmasından sonra yayın politikası tamamen değişti kurumda. En basitinden az önce örnek verdiğim istismar, taciz ve şiddet haberlerini yayınlamamızı istemiyorlardı. Bir de bize zorla fazla mesai evrağı imzalatıyorlardı. Ben başta ne olup bittiğini bilmiyordum tabii. Ancak banka hesabımızı kontrol ettiğimizde, imzalatılan o fazla mesailerin yatmadığını gördük.

Nasıl tepki verdiniz?

Bu kağıdı imzalamamaya başladım. Epey de baskı yaptılar imzalamam için. O günlerde aklen bir kopuş başlamıştı aslında bende. Belkide bana uygulanan mobbingin bir kısmı da o evrağı imzalamaya karşı çıkmamdı.

Neden zorla fazla mesai evrağı imzalatıyorladı?

Yarın bir gün mahkemeye gittiğiniz zaman, “Bu çalışanın fazla mesaisi ödendi” diyebilmek için... Şimdi ben arkadaşlardan da duyuyorum, işe iade davası açan birkaç kişi geri dönmüş işine. Ancak burada şöyle bir anlayış var; “Git davanı aç ama ben ödemeyeyim, sana bu parayı da kim ödüyorsa ödesin.” Bir insanın hakkını alması bu kadar zor olmamalı.

“MOBBİN HALA DEVAM EDİYORMUŞ. ÇALIŞANLARDAN OLADIK ŞEYLER İSTİYORLARMIŞ”

DHA’da şu anda çalışmaya devam eden arkadaşlarından mobbinge uğrayan var mı? Mobbing sürüyor mu?

Diyarbakır büroda yok ama diğer bölgelerdeki arkadaşlarla bazen konuşuyoruz. Aynı sistem devam ediyormuş. Hatta kadro değişiminden sonra daha feci boyutlara ulaşmış bu durum. İnsanlardan olmadık şeyler istiyorlarmış.

Ne gibi şeyler?

Açıkça belirtmediler ama sürekli bir baskı ve stres altında çalıştıklarını söylediler. Zaten profesyonel çalışan da kalmadı orada. DHA, Doğan Grubu’ndayken yıllarını bu sektöre vermiş tecrübeli gazeteciler vardı orada. Ama şu anda çoğunlukla İŞKUR üzerinden işçi alıyorlarmış. Yani gazeteci neredeyse yok denilecek kadar az.

“EKMEK BULAMADIĞIM ZAMANLAR OLDU. HASTALIĞA YAKALANDIM”

O arkadaşlarının da sesini duyurmak isteriz her zaman ve umarım haklarını alırsın bir an önce...

Beni asıl üzen şey şu Canan, ben bu kurum için yıllarca evimden ailemden uzakta yaşadım. Dağlarda, çöllerde yattım. İnanır mısın, ekmek bulamadığımız zamanlar oldu... Taşın üzerine kafamı koyup yattığım zamanlar oldu. Irak-Suriye sınırında hastalığa da yakalandım üstelik. Şu anda da beşinci kez ameliyat oluyorum. Halen de çekiyorum.

“BU MUAMALEYİ HAK ETMİYORUM”

Çok geçmiş olsun...

Bu kadar fedakarca çalışmışken, böyle bir muameleyi hak etmiyorum. Gazeteciler olarak hiçbirimiz hak etmiyoruz. O nedenle bu yalnızca benim davam değil. Bu davada onca gün yüzünü görmediğim çocuğumun hakkı var, ailemin hakkı var, meslektaşlarımın hakkı var...

Ben DHA’dan ayrıldığım gün, ne aklımda bir planlama, ne de gidebilecek bir yerim vardı. Çocuğum yeni doğmuştu ve 1 ay idare edebilecek param bile yoktu. Ama böyle bir zulme ne kadar dayanabilirsin ki... Bir şekilde ses çıkarman gerekiyor, tepkini ortaya koyman gerekiyor. Dolayısıyla ben de böyle yaptım. Pişman mıyım? Asla değilim...

Bugün daha huzurluyum ve bağımsız gazetecilik yapabiliyorum, haklarımı daha iyi alabiliyorum. En azından şu an kimse arkamdan “Bu sakıncalı personel, Irak’taki Kürt yönetimiyle içli dışlı” demiyor...

“IRAKTAKİ KÜRT YÖNETİMİYLE İÇLİ DIŞLI OLDUĞUMU SÖYLÜYORLARMIŞ”

Irak’taki Kürt yönetimiyle içli dışlı olduğunu mu söylüyorlardı?

Öyle bir şüpheleri varmış. Şüphe de şöyle tabii, savaşta çatışmada görüntü aktığı zaman, oranın başbakanıyla özel röportaj yaptığım zaman alkışlıyorlardı. Ama ortam değişince hemen damga vurdukları kişi ben oldum. Ben neden sakıncalıyım? Onu hiç anlamadım...

Mesela 2012 yılında Şırnak’ta PKK kaçırmıştı beni. Saatlerce dağda alıkoydular. Kurumun itibarı zedelenmesin diye bunu duyurmadılar. Kimsenin haberi bile olmadı.

“2012 YILINDA PKK TARAFINDAN KAÇIRILDIM, ‘KURUMUN ADI ZEDELENMESİN’ DİYEREK DUYURMADILAR”

Nasıl yani? Biraz daha detaylı anlatabilir misin?

2012 yılının sonlarındaydı sanırım. Beytüşşebab ilçesine bir saldırı olmuştu. Şehitler ve yaralılar vardı. Ben de haber takibi için oraya gitmiştim. Beytüşşebab girişindeki köprüyü havaya uçurmuşlardı ve ilçeye tek giriş o köprüydü. Biz de o bölgede durduk ve görüntü almaya başladık. Sağdan yola indiler ve bizi alıp götürdüler. 6 saat boyunca Kato dağında rehin tutuldum. Sorgulandık ve telefonlarımıza el konuldu.

Nasıl kurtuldun?

Birileriyle telsizle konuştular. Sonra beni yola bıraktılar ve “Git” dediler.

Bunu duyurmamaları çok ilginç... Bu olay dünyanın başka bir yerinde olsa yer yerinden oynar!

Kıyamet kopardı. Ama bizimkiler maalesef ‘aman kurumun ismi böyle bir olayla anılmasın, zedelenmesin’ diyerek sakladılar.

Bir kez daha geçmiş olsun...

Hakikaten çok zor şartlar atında çalıştık Canan... Bugün de maruz kaldığımız muamele bu ne yazık ki...


“BU HAKSIZLIĞIN SİZE YAPILMASINI KABUL EDER MİYDİNİZ?”

Bozarslan, son olarak Medyakoridoru aracılığıyla Demirören Holding Yönetim Kurulu Başkan Yardımcısı Meltem Demirören’e şu çağrıyı yaptı:

“Bu haksızlıkları yaratanlar, çoğunlukla bu kurumları yönetenlerdir. Ben MedyaKoridoru aracılığıyla Sayın Meltem Demirören’e de seslenmek istiyorum. Büyük ihtimalle bu haksızlıklardan kendilerinin haberi bile yoktur. Bilmelerini isterim ki, ben 13 yıl boyunca gazetecilik onuruna yakışır şekilde, gecemi gündüzüme katarak, aylarca ailemden, evimden uzak kalarak bu kuruma hizmet ettim. Onlarca kez çatışmaların ortasında kaldım, ölümden döndüm. Gazetecilik yaparken günlerce dağlarda, çöllerde uyudum. Kaçırıldım, yargılandım ve bir sürü kötü şey yaşadım. Ancak tek bir gün bunları sorun yapmadım ve mesleğimi sürdürmeye devam ettim. Bunların hepsine o dönemde DHA’da çalışan herkes şahittir.

Bu kadar yıllık emeğın karşılığı haklarıma el konulması olmamalıydı. Benim 2 yıldır hukuk mücadelesi verdiğim haklarım sadece bana ait değildir. Bu, henüz 40 günü dolmadan beni Irak’a gönderdiğinizde ayrı kaldığım evladımın hakkıdır. Yıllarca bu kurumda çalışmaktan dolayı ihmal ettiğim ailemin hakkıdır. Benim almaya çalıştığım hak belki de kendileri için çok cüzi bir rakamdır. Ancak bu benim alın terimdir, emeğimdir, bu kuruma harcadığım yıllarımın karşılığıdır.

O nedenle bir an olsun kendilerini benim yerime koymalarını ve empati yapmalarını istiyorum.
“Bu haksızlığın size yapılmasını kabul eder miydiniz?”

Bir meslektaşınızın mutlak bir hakkını almak için 2 yıldır mahkeme kapılarında sürünmesini de sizlerin vicdanına ve takdirine bırakıyorum.”

 

twitter takip