Sibel Doğu

İlaçla hastalara kelimelerle okuyuculara şifa dağıtıyor! Ayşe Dündar okuyucu ile buluştu!

ABONE OL

Ayşe Dündar bu sene ilk öykü kitabı 'Gökbilimcinin Salyangozu' ile okuyucu karşısına çıktı. Kendisi aslında yaklaşık 35 senedir eczacılık yapıyor. Ve bu meslek çocukluğundan bu yana onun dikkatini çekiyor ve gizemli çekiyormuş. Geçmişten bu yana özendiği bu mesleğine devam ederken, şifanın sırrının yalnızca ilaçta değil, insanlara mutluluk veren sözcüklerde de diye düşünmüş ve yolu sözcüklerle kesişmiş. Önce küçük küçük deneme yazıları zaman geçmişte öykülere dönüşmüş. Bir süre sonra ise artık zamanı geldi diyerek kitabı için çalışmaya başlamış Ayşe Dündar. Ve daha kitabı çıkmadan da Fakir Baykurt Öykü Yarışması'na gönderdiği hikaye ile birincilik kazanmış.... Şimdi bir yandan eczacılık yapıp bir yandan da ikinci kitabının planlarını yapan Ayşe Dündar Medya Koridoru'na konuştu. Yazarlık serüveninin nasıl başladığını, bir öyküyü nasıl yazdığını ve kendi beğendiği yazarları anlattı bizlere... Ve eczacılıktaki şifacılığını yazarlıkla kelimeler aracılığıyla nasıl yaptığını da... Ayşe Dündar kimdir? Bize kendisini anlatır mısınız biraz! Çocukluğumdan bu yana merak ettiğim, dikkatle izlediğim birkaç meslek vardı aslında. Eczacılık da bunlardan biriydi. Biz eczaneye gittiğimizde, eczacı reçeteyi annemin elinden alır, bizim anlayamadığımız o karışık yazıyı okur ve tezgâhın üzerine birer birer çıkartıp koyardı ilaçları. Sonra üzerilerine nasıl kullanacağımızı yazardı. Bir kez de sözle tekrarlardı bunu. Ama asıl ilgimi çeken, ara sıra perdeyi aralayıp girdiği yerdi aslında. Eczacı bize biraz beklememizi söyler, bir süre sonra elinde bir şişe veya bir kutuyla çıkar, üzerine yapıştırdığı etikete bir şeyler yazar verirdi elimize. Eve dönerken hep perdenin arkasında kalırdı aklım. Yıllar sonra Eczacılık Fakültesini bitirip bu sırra vakıf olduğumdan bu yana severek yapıyorum mesleğimi. Perdenin arkasındaki laboratuarda, dolaptaki ilaç şişelerinin kokusuyla, porselen havanda çıtırdayan pomadın sesiyle, otuz beş yılımı tamamladım neredeyse. Ve sonunda fark ettim ki sadece reçetesini hazırlamıyorum ben insanların. Onların dertlerini, mutluluklarını, telaşlarını, ağrılarını, doğuşlarını ve ölümlerini de paylaşıyorum aynı zamanda. Güvenle fısıldadıkları küçük sırlarını da. Düşünsenize, bundan daha müthiş ne olabilir ki? Ve şifanın sırrının yalnızca ilaçta değil, insanlara mutluluk veren sözcüklerde de olduğunu keşfettim. Bu yüzden sözcükler kattım ilaçlarımın arasına hazırlarken. Yeni ilaçlar, yeni sözcükler türettim, yeni bir dil oluşturdum kendimce. Şimdi hala yalnızca eczanemde değil, her yerde şifa dağıtmaya devam ediyorum sözcüklerden yarattığım öykülerimle. Klasik olacak belki ama öykü yazmaya ne zaman başladınız? Ödüllü bir yazar olmak ne hissettiriyor? Bütün bunları yaparken, diğer bir şekliyle farklı yollara saparken nerede duracağımı bilmiyordum ben de doğal olarak. Yaklaşık altı yedi yıl önce yolumu kesmeye başladı sözcükler. Önce, küçük küçük yazı denemelerim, zaman içinde kısa öykülere dönüştüler ve birikmeye başladılar bir tarafta. Artık olgunlaştıklarına karar verdiğimde, içlerinden on ikisini kalıcı bir eser haline dönüştürmeye karar verdim ben de. Ardından kitap için çalışmalara başladım, bu arada aralarından birini, "Macar Çocuktan Mektup" adlı öykümü, Fakir Baykurt Öykü Yarışmasına gönderdim. Daha henüz kitabım basılmadan yetişkinler kategorisinde birincilik ödülü aldım. Çok değerli yazarlardan oluşan bir jürinin verdiği bu ödül benim için inanılmaz bir başlangıç olmanın yanında, yazma şevkimi arttırdı ve fazlasıyla kamçıladı açıkçası. Şimdi kafamda ikinci kitabın planlarını yapıyorum. Bir öyküyü yazarken nelere dikkat edersiniz? Hangi aşamalar önemlidir yazma konusunda? Öykü yazma sürecini başlatan, duyduğunuz bir sözcük, bir koku, bir sesleniş olabilir. Bir film sahnesi,bir müzik tınısı ya da. Fitili ateşleyen ise bütün bunların, yaşamımız boyu dağarcığımızda biriktirdiğimiz gözlemlerimizi çağırması ve onlarla hızlıca buluşmasıdır. Öyleyse diyebiliriz ki, öykü yazma işi, iyi bir gözlemci olmayı gerektirir. Bunu yanında dili iyi ve rafine kullanma becerisini de elbette. İyi bir yazarın her şeyden önce sıkı bir okur olması, sanatın diğer dallarıyla yakından bağı bulunması da çok önemli. Ben öyküyü yazmaya karar verdiğimde, ortaya çıkana dek, gece gündüz, uykuda, yürürken, biriyle konuşurken, araba kullanırken düşüncemde, benimle birlikte olacağına karar vermişimdir demektir.Öykünün ortaya çıkışı bazen yılları alabildiği gibi, bazen umulmadık kadar da hızlı olabilir. Ama değerli bir öykü ya da edebi bir eser yazmak için ne kadar zaman beklenildiğinin hiçbir önemi yoktur bence. Siz ne tür kitaplar okursunuz? Çok fazla seçici değilim açıkçası ve belli bir türe bağlı kalmamaya çalışıyorum özellikle de. Öyküyü çok seviyorum ama romanı da elbette. Farklı türler denemenin okuyucusuna farklı pencereler açacağı tartışılmaz. Okumaktan hoşlandığınız Dünya ve Türk edebiyatı yazarları kimlerdir? Bakıldığında neredeyse hepsi birbirinden farklı türler. Ben değişik türleri okumayı seviyorum galiba. Gabriel Garcia Marquez beğendiğim yazarların başında geliyor. Hayatını anlattığı bir belgeselde, "O sırada oturmuş, yazılarımdaki yanlışları düzeltiyordum" diyordu. Çok etkilenmiştim. Böyle büyük bir yazar, yazılarında yanlışlar olduğunu ve bunları düzelttiğini söylüyor bize. Sanırım büyük olmanın sırlarından birini açıklıyordu. Fyodor Dostoyevski var sonra. Yarattığı karakterler muhteşem, inanılmaz bir gözlem gücü var. Yaşar Kemal'in Anadolu Efsanelerini asla unutmamam gerekir. Virginia Woolf, akıp giden hayatı yakalamayı başaran ve bunu çok iyi aktaran bir yazar benim için. Fyodor Dostoyevski, Eduardo Galeano, Sabahattin Ali, Yusuf Atılgan. Sonuncu değil ama şu anda aklıma gelen Joyce Carol Oatesda en sevdiğim yazarlar arasında. Yazdığınız metinlerin öykü olması bilinçli bir tercih mi? Başka türlerde de yazıyor musunuz? Aslında geçmişimize baktığımızda, çocukluğumuzda veya gençliğimizde pek çoğumuz şiir yazmışız ya da yazmayı denemişizdir. En duygulu anlarımızda kendimizi anlatabilmek için yapmışızdır bunu. Ben de böyle bir çocukluk, gençlik geçirdim. Ama hiç ısrarcı olmadım şiir konusunda. Daha sonra şiirin,edebiyatın neredeyse başka hiçbir türüne benzemediğini, çok özel bir alan olduğunu fark ettim. Ama düz yazı daima ilgimi çekti. Yazdıklarımın öykü oluşu çok da bilinçli bir tercih değil belki ama öykü yazmayı çok seviyorum. Öyküyle daha çok hayata dokunabildiğimi hissediyorum çünkü. Kısa ve rafine bir aralıkta, es geçilmiş hatta farkına varılmamış anları bulup çıkarmak ve bunu okuyucunun önüne sermekten büyük zevk alıyorum. Ama bu hep böyle mi gider, bilemem tabi ki. Şartlar oluşmuşsa, farklı türlerde yazmak da mümkün olabilir elbette. Siz aynı zamanda bir eczacısınız. Tıpkı bir şifacı gibi tanımlıyor musunuz kendinizi hem yazarlıkta hem de eczacılık mesleğinde? İlk sorunuzda sanırım farkında olmadan buna biraz cevap vermiş sayılırım. Şifa kelimesinin karşılığı,fiziksel veya ruhsal anlamda hastalıktan kurtulma, iyi olma halini anlatır bize. Ama şifacı metafizik bir içerik taşıyor. Eğer olaya bilimsel açıdan bakacaksak, eczacılık şifa dağıtmayı hedefleyen bir meslektir elbette. Ben de yaptığım meslek dolayısıyla şifacı sayılabilirim belki. Yazarlıktaki karşılığına gelince kelimeyi burada elbette ki metafor olarak kullanacağım. İşaret ettiğim, sözcüklerin gücü aslında burada. Sözcükleri ustalıkla kullanarak insanın özvarlığına, aklına, duygularına, acılarına, mutluluğuna ulaşabilmekten bahsediyorum. Onu tamamlamaktan, doyurmaktan, merakını uyandırmaktan aynı zamanda da. Bu da bir şifa bulma ve buldurma yöntemidir bence ki, sorunuzda kastettiğiniz şifacılığım da bu olsa gerek. Her yazarın hayatında belli başlı kelimeler vardır. Sizin hayatınızda kullandığınız kelimeler var mı? Mesela bir kelimeye aşık olup ona metinler yazdınız mı? Bu söylediğiniz, bir bakıma yazarın biraz da iç dünyasını ele veren tarafı olarak tanımlanabilir. Sık kullanılan sözcükler, kalıplar, sıfatlar, yer ve zaman tanımlamaları, koku ve renklerle kurulu bağlantılar, bağlaçlar gibi. Dünya edebiyatında, ünlü yazarların kullandığı pek çok kelime var böyle. Hatta bununla ilgili bir çalışma da yapılmış. İngiliz eleştirmen Ben Blatt'a göre; Agatha Christie tahkikat, mazeret, ürkütücü kelimelerini çok kullanıyormuş. Nobakov ise leylak sözcüğünü. Hatta bir romanında kırk dört kez kullanmış. Charles Dickens, yüce gönüllü, acı ve kavuşma kelimelerini. Buna benzer daha pek çok örneğe yer verilmiş bu araştırmada. Kendi adıma konuşmak gerekirse mutlaka vardır sık kullandığım ya da kullanmaktan haz aldığım sözcükler. Hatta yeri gelmişken, devrik cümle kullanmaktan hoşlandığımı söyleyebilirim mesela. Bazen de bütün içinde tekrarlar yapmak oldukça şiirsel geliyor bana. Ama sonuçta buna kapılmamaya, geriye dönüp yazdıklarımı kontrol etmeye de özen gösteriyorum. Marquez'in dediği gibi yanlışlarımı düzeltmeyi de seviyorum. Bunlar, rahatsız etmediği sürece normal bence. Aslına bakarsanız yazarı ve eserlerini neden beğendiğimizin de bir göstergesidir bunlar aynı zamanda. Ama dikkate almamız gereken, bu alışkanlıkların, bu tekrarların dozunu kontrol altında tutmaktır. Yazar kendine özgü tarzını sürdürürken diğer yandan da kendini sürekli yenilemelidir. Kendini tekrardan kaçınmalıdır yani. Bir kelimeye aşık olmaya gelince... Bu boyutta değil elbette ama farklı kelimeleri kullanarak, farklı metinler yazmanın, bir yazar için iyi bir antrenman olacağına inanıyorum.

twitter takip