Şirin Payzın Medyakoridoru’na konuştu: İsmail Küçükkaya, ‘mış gibi’ bir yayında trafik polisliği görevi üstlendi
ABONE OL
Türkiye’de televizyon haberciliği denildiği vakit, akla ilk gelen isimlerden biridir Şirin Payzın… Sektörde 25 yıllık birikime sahip olan Payzın, kuruluşundan itibaren çalıştığı CNN Türk ekranlarında çok sayıda önemli habere imza attı, tartışma kültürünün ekrandaki varlığını koruyabildiği dönemlerde izlenme rekorları kıran programların moderatörlüğünü üstlendi. Ancak Doğan Medya Grubu’nun Demirören Medya’ya satılmasıyla 2018’in eylül ayında yolları ayrıldı kanalla… CNN Türk’ten ayrıldıktan çok kısa bir süre sonra da T24’te göreve başladı.
Son dönemde T24’te yaptığı canlı yayınlarla özlediğimiz televizyon haberciliğini dijitalle birleştirerek izleyicilere sunan Payzın’la, geçtiğimiz pazar günü FOX Haber sunucusu İsmail Küçükkaya moderatörlüğünde gerçekleştirilen ve Millet İttifakı’nın adayı Ekrem İmamoğlu ile Cumhur İttifakı’nın adayı Binali Yıldırım’ı karşı karşıya getiren ortak canlı yayını konuştuk.
Payzın, hâlâ tartışmaları süren yayının formatını ve yansımalarını değerlendirirken, aynı zamanda da CNN Türk’le yollarının nasıl ayrıldığını ve dijital haberciliğin Türkiye’deki önemini Medyakoridoru’na anlattı…
“BELLİ BAŞLI HABER KANALLARINA TEPEDEN BİRTAKIM DİREKTİFLER GİTTİ”
Yıllardır televizyon ekranlarında sayısız konuk ağırladınız, en hararetli tartışmaları soğukkanlılıkla yönettiniz. 17 yıl aradan sonra geçtiğimiz pazar günü gerçekleştirilen ve tarihi olarak nitelendirilen ortak canlı yayını deneyimli bir moderatör gözüyle nasıl değerlendiriyorsunuz?
En baştaki duygum, bakalım ne diyecekler ve nasıl performans gösterecekler yönündeydi. Şöyle bir sıkıntısı vardı tabii bu yayının; şu anda ‘mış gibi’ yapılan bir ortam var. İki adayın bir araya geldiği ve adaylıklarını yarıştırdıkları program, aslında var olmayan bir medya düzeninin dışındaki göstermelik bir yapı. Bunu kabul etmeliyiz. Şu anda özgür basın diye bir şey kalmadı Türkiye’de. Medyanın yüzde 95’i hükümete bağlı. Hükümetin dediği, arzu ettiği ve onlara çizdiği yönde yayın yapıyorlar. Bir süre önce belli başlı haber kanallarına tepeden birtakım direktifler gittiğini biliyoruz.
Ne gibi direktifler?
“CHP’nin adayı diyeceksiniz, ittifak kelimesini bile kullanmayacaksınız, Ekrem İmamoğlu’yla ilgili haberlerde mümkün olduğunca İmamoğlu adını geçirmeyin ve CHP’nin adayı sözünü kullanın” gibi…
“ARAŞTIRMACI GAZETECİLİK ÖLDÜRÜLMÜŞ DURUMDA”
Demirören Grubu’na mı gitti bu direktifler?
Demirören medyası, Doğuş’un medyası diye ayırmamak gerekiyor bunu. Çünkü bu medya gruplarının dışında sadece Habertürk TV biraz daha farklı bir yayın yapıyor. Bir de FOX Haber tabii ki… Halk TV bir parti kanalı olduğu için onu saymıyorum. Çünkü parti kanalları da kendi içinde tartışmalı bir yapı. Peki bu kime yaradı? Tabii ki bizim gibi dijital kanallara. Gerçekten dijital mecrada olarak bu ortamdan gayet güzel yararlanıyoruz. Dolayısıyla dünkü tartışma programının özgürleşme yolunda atılmış bir adım olarak değerlendirilmesi zor bir durum. Çünkü hükümet hâlâ bütün medyayı kontrol ediyor, hâlâ doğru dürüst haberler yapılamıyor ve araştırmacı gazetecilik öldürülmüş durumda. Bunun yanında işinden atılmış yüzlerce gazeteci var. Belli olmayan sebeplerden dolayı ise bir kısmı cezaevinde. Yazdığınız bir yazıdan ya da söylediğiniz bir sözden dolayı anında hakkınızda soruşturma açılıyor. Attığınız bir tweet ve yaptığınız bir yorumla bütün troll’lerin saldırısına uğruyorsunuz. Soru sormanın taraf tutmak olarak algılandığı, üstüne küfür ve hakaret işittiğiniz bir ortamda, göstermelik olarak böyle bir program yapıldı.
“MIŞ GİBİ BİR TARTIŞMA PROGRAMI OLDU”
Format açısından olması gerektiği gibi miydi?
Batılı fotmatta düşündüğünüzde değildi elbette. Moderatörlerin de demokratik bir şekilde gazetecilik yetkinliklerini kullanarak soru sorabildikleri bir yayın olsaydı şahane olurdu. O yuvarlak masa bile yaş günü pastası gibiydi. Normalde batılı formatta bu programlar adayların karşılıklı yüz yüze baktığı, birbirlerinin gözlerinin içine baktıkları ve gerçekten siyasi üslubu bozmadan karşılıklı olarak eleştiri getirebildikleri, gelen eleştirilere de cevap verebildikleri bir formatta olur. Bu tipik Türkiye usulü bir format oldu. Nasıl ki Türkiye’nin demokrasisi ne o, ne bu, birazcık ondan, birazcık bundan ve ‘mış gibi”yse, bu da ‘mış gibi’ bir tartışma programı oldu işte. Yani biz Binali Yıldırım’ın, Ekrem İmamoğlu’nun gözünün içine bakarak “Çaldınız” demesini görebildik mi? Diyebildi mi? Tabii ki hayır… Parti olarak ikinci kez bu seçimi yaptırıyorsun, oyların çalındığını iddia ediyorsun, ama rakibinin gözünün içine bakarak “Çaldınız” diyemiyorsun. Binali Bey bu iddiayı bile ortaya koyamadı.
“İSMAİL KÜÇÜKKAYA, ŞU ANKİ ORTAMDA YAPILABİLECEĞİ KADARIYLA BU GÖREVİ YERİNE GETİRDİ”
Peki İsmail Küçükkaya’ya yöneltilen eleştirilerle ilgili ne diyeceksiniz? Siz nasıl değerlendirdiniz moderatörlük görevini?
Bir sürü eleştiri getirilebilir. Ama sonuçta her moderatörün de kendi uslubü ve tarzı var. İsmail Küçükkaya, şu anki ortamda yapılabilecek kadar bu görevi yerine getirdi. Şu anki ortam hiç kolay değil. Zaten dediğim gibi ‘mış gibi’ olduğu için her şey, İsmail de ‘mış gibi’ yapmak zorunda haliyle. O da sanki bir demokratik ortam varmış gibi davranmak zorunda. Yoksa Ekrem İmamoğlu’na da Binali Yıldırım’a da çok sert sorular sorabilirdi. Ama ortam onun için de müsait değil ki. Çünkü önden bir anlaşma yapılıyor. Kısaca ‘mış gibi’ demokrasimizin ‘mış gibi’ tartışmasının içinden bizler de küçük küçük sevinçler çıkarıyoruz. “Bu da gerçekleşti, buna da razı olalım bari” gibi… Tabii ki razı olmayalım.
Yurt dışındaki tartışma programlarında nasıl oluyor format? Örnek verebilir misiniz?
Bu işin en iyisi Amerika’da yapılıyor esasında. Belli kanallar belli bölümlere ayrılıyorlar orada. Örneğin, haziran ayında şu 3 kanal yapacak, temmuzda şu 3 kanal gibi… Onlar da Cumhuriyetçilere ya da Demokratlara yakın olanlar olarak ayrılıyorlar. Bizde ise kanalların yarıştığı bir durum olmadı. Bir isim üzerinde anlaşıldı ve bütün yük İsmail’in üzerine bindirildi. Ortada zaten bir özgürlük ortamı yok ve belli bir anlaşma çerçevesinde gitmek zorundalar.
Belki de işin özünde böyle bir sıkıntı olduğu için bu tarz bir yayınla karşı karşıya kaldık. Yani basının özgür olamadığı bir yerde hangi demokratik yayından söz edebiliriz ki…
Tabii ki. Şimdi özgür bir ortam olsaydı başka türlü bir format olsaydı, daha farklı bir özgür demokratik bir yarış olsaydı, İsmail çok iyi bir gazeteci, eminim onun da başka türlü soruları olacaktı. Burada biraz trafik polisliği görevi götürdü. Ama o değil de başka biri moderatör olsaydı, farklı bir sonuçla da karşılaşmayacaktık.
“BENİ ASLA MODERATÖR OLARAK SEÇMEZLERDİ”
Mesela siz olsaydınız?
Ben olmazdım, beni asla seçmezlerdi.
“EKONOMİK KRİZ KONUSUNDA BİRAZ DAHA ÜSTLERİNE GİDİLEBİLİRDİ”
Varsayalım ki seçtiler, ne sorardınız?
Bazı konularda biraz daha üstlerine gidilebilirdi. Mesela ekonomik kriz dedi Binali Yıldırım, bence çok önemli bir konuydu. Bu arada İsmail Küçükkaya biraz da ekonomi konuşalım deyince, Binali Bey’in “Hay hay” yanıtını “Hayır” olarak duydum ben. Bu da bir problemdi aslında. Aday ekrana çıkıyor ve ağzının içinde konuşuyor. Yani tıpkı benim “Hay hay”ı, “Hayır” olarak duymam gibi birçok insan da Binali Bey’in ses tonundan ve cümlelerinden pek bir şey anlayamadı. Ama işte bu troller sanki çok önemli bir şeymiş gibi sosyal medyada saldırıya geçtiler bana karşı. Ayrıca ne fark eder, sonuçta ne dediği önemliydi. Ekonomi bakanının iddialarına ve hükümet kanadından gelen tüm açıklamalara rağmen, Binali Yıldırım “Evet, ekonomik kriz var. İnsanlar ekonomik sıkıntı çekiyor” dedi. O noktada her iki adayın da biraz daha üzerine gidilebilirdi. Biz anlamadık mesela nasıl halledeceklerini bu sorunu.
Keza Sayıştay raporu konusu da çok mühimdi…
Kesinlikle büyük bir itiraf. Sen bir belediye başkanı adayısın, harcamalarla ilgili Sayıştay raporunu nasıl okumazsın. Mesela onun üzerine sorulabilecek çok soru olabilirdi.
“TÜRKİYE AŞIĞI KÜRT KÖKENLİ SEÇMEN SORUSUNA GEREK YOKTU”
Türkiye aşığı Kürt kökenli seçmenlerimiz sorusu da çok eleştirildi…
Gerek yoktu tabii ki… “Kürt seçmenler konusunda ne düşünüyorsunuz, ya da Kürt seçmenler size niye oy versinler?” bunlar haklı sorular. Ama ne demek Türkiye aşığı Kürt kökenli seçmen… Birincisi burada Kürtleri bir kategorize etmek var, ikincisi Kürt seçmeni illa bir kalıba mı sokmanız gerekiyor. Ayrıca gerekçeniz ne, milliyetçileri mi kızdırmamaya çalışıyorsunuz… Bunlar gereksiz unsurlar diye düşünüyorum. Ama belki de bu da bir anlaşmanın çerçevesiydi. Bu tip moderatörlükler Fransa‘da yapılıyor Cumhurbaşkanlığı seçimleri öncesi. Hakikaten orada yapılan yayın çok önemlidir. İki kanalda çıkarlar, iki ayrı yayın halinde olur ve moderatörler de çok sıkıştırarak soru sorarlar. Mesela İsmail’in Ordu Valisi konusunda Ekrem İmamoğlu’nu daha fazla sıkıştırması gerekiyordu. Binali Yıldırım’a belediyede yapılan harcamalarla ilgili daha fazla soru sorması gerekiyordu. İmamoğlu seçildiğinde belediyede harıl harıl bir dosya toparlanma çalışması yaşandı, bunun sorulması gerekiyordu.
“İSMAİL KÜÇÜKKAYA MODERATÖRLÜKTEN ÇOK BİR TRAFİK POLİSLİĞİ GÖREVİ ÜSTLENDİ”
Süre faktörü de çok eleştirildi…
Dediğim gibi orada moderatörlükten çok bir trafik polisliği görevi üstlendi İsmail. Çok süre bazlı bir formattı. Çünkü ortada göstermelik bir tartışma vardı ve herkes de kötünün iyisi deyip seyretti.
“AK PARTİ GENÇ TABANIYLA İLETİŞİM KOPUKLUĞU YAŞIYOR”
Peki ‘mış gibi’ ya da ‘göstermelik’ olan bu yayına neden ihtiyaç duyuldu?
Çünkü AK Parti son dönemde özellikle de genç tabanıyla çok ciddi bir iletişim kopukluğu yaşıyor. Şehirli genç tabanda müthiş bir kopuş var. Çünkü gençler ne dedeleri gibi, ne de dedelerinin motivasyonuyla oy kullanıyorlar. Bu gençler, ister üniversite okuyor olsun, ister çalışıyor olsun, ister daha alt tabakadan, daha az para kazanan kesimden olsun, daha üstün ve daha okuma şansı elde etmiş bireyler. Sonuçta orada da AKP’nin de yarattığı bir orta direk var, ortanın üstü bir direk var, zenginleşen AKP tabanı var, zenginleşmek ve eşit şartlardan yararlanmak isteyen genç taban var ve onlar böyle baskıcı rejimlerle yaşamak istemiyorlar. Binali Yıldırım çıkıp “Size bedava internet vereceğim” diyor. Çocuklar Wikipedia’ya giremiyorlar, istedikleri gibi bilgiye ulaşamıyorlar, 10 GB vermişsin ne olacak ki… Bu rüşvet kültürüdür. Gençler bunu yaşamak istemiyorlar.
Ak Partili gençler ne bekliyorlar sizce?
Özgür ortam istiyorlar, kıyafetlerinden ayrıştırılmadan eşit şartlarda eğitim istiyorlar, çocuklarının geleceğinin iyi olmasını istiyorlar, dünya standartlarında eğitim istiyorlar, işsiz kalmak istemiyorlar, AK Parti’nin başörtülü kadın tabanı çalışmak istiyor, eşit imkanlar istiyor. Bir anda bir iletişim stratejisi değişikliğine gittiler. Bu arada yıllardır bütün seçimlerden önce bir araya gelme çağrısı da yapılıyordu.
“BU SEÇİMDE DE YAYINA ÇIKMASALARDI ÇOK BÜYÜK BİR ORTAMI KAYBEDECEKLERDİ”
Ancak bir türlü gelmiyorlardı…
AK Parti’nin taktik olarak Cumhurbaşkanlığı seçimlerinden önce birtakım medyayı protesto etme çalışması ortaya çıktı. O dönem ben CNN Türk’teydim. 7 Haziran genel seçimleri öncesinde “Doğan Grubu’nun kanallarına çıkılmayacak” taktiği götürdüler. 1 Kasım seçimlerinde de iyice baskın hale getirdiler bu durumu ve “Hiçbir milletvekili çıkmayacak, Ak Partili kimse konuşmayacak” noktasına getirdiler. Sonra o geri tepti ve referandumda “Tam tersi olsun, adaylar çıkmaya başlasın” diyerek basın taktiklerini değiştirdiler. Bu sefer bir CHP’li bir AKP’li alıyorduk yayına. Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde “Her yere çıkalım” dendi. Yani sürekli bir savrulma hali. Bu seçimde de çıkmasalardı yayına çok büyük bir ortamı kaybedeceklerdi. Seçmenlerinin kendilerinden koptuğunu gördüler çünkü.
Kadın meselesi tam anlamıyla konuşulabildi mi sizce?
Bu konuyla AK Parti’nin çok da söyleyebileceği bir şey yok aslında. Kadının işgücüne katılımı mı diyecek? Rakamlar feci durumda.
“Kadınlara iş yarattık” deniliyor ama…
Ne yaratıldı ben bilmiyorum. Tam tersi çıkarılan düzenlemelerle kadınları daha çok çocuk yapmaya, part time çalışmaya zorluyorlar. Elimizde kadınlara daha fazla istihdam yaratıldığıyla ilgili bir veri yok. AK Parti’nin yaptığı şu doğru var; türban meselesini ortadan kaldırdı ve özellikle genç nesilde türban, başörtüsü takan kadınlar daha rahat iş yerlerine girebiliyorlar ve sosyalleşebiliyorlar. Bunun normalleşmesi için AB reformları çerçevesinde adımlar atmıştır, bu doğru. Keşke o zamanki reformist ruhunu koruyabilseydi.
“DOĞAN GRUBU’NUN DEMİRÖREN’E SATIŞI SIRASINDA CNN TÜRK’TE BÜYÜK BİR KOLTUK KAVGASI YAŞANDI”
Hazır bir araya gelmişken Doğan Medya Grubu’nun, Demirören Medya Grubu’na satılması sürecini de konuşmak istiyorum. Siz o satış sürecinde oradaydınız ve her şey çok hızlı olup bitti. Ayrılık sürecinizle ilgili de işinize son verildiği yönünde yorumlar yapıldı. O dönem kanalda neler yaşandı? İşinize son mu verildi, yoksa siz mi istifa ettiniz?
Çok komplike bir şey olmadı aslında. Gerçi ayrıldığım kanal konusunu konuşmama gibi bir prensibim var, sevmiyorum bunu. Çok basit bir şey oldu; Demirören’e geçtikten sonra önce “Seninle bir sıkıntımız yok” dediler ama o sırada biliyorduk ki orada büyük bir koltuk kavgası var. Ekrandaki yayın saatlerini paylaşma kavgası… Çok acayip bir sistem vardı.
“KANALIN İÇİNDEN BAZI KİMSELER CUMHURBAŞKANLIĞI SARAYI’NA BİZİM İÇİMİZDEN BİLGİ AKTARIYORDU”
Ne gibi?
Birtakım insanlar Cumhurbaşkanlığı Sarayı’na bizim içimizden bilgi aktarıyorlardı. Cumhurbaşkanlığı Sarayı’ndan gelen birtakım bilgileri de patronlara dönüp bizim aleyhimize kullanıyorlardı. Bu Doğan Grubu’nun son günlerinde de böyleydi.
Kanalın içinden birileri miydi bu isimler?
Evet. Dolayısıyla orada sürekli olarak dışarıya bilgi sızdırmak ve bizimle ilgili anti-propaganda yapma gibi bir sürü şeye şahit olduk. Yalnızca ben değil, birçok köşe yazarı ya da yönetici pozisyonundaki arkadaşımızla ilgili.
“SARAYDAN BİRTAKIM LİSTELER GELİYOR DENİLİYORDU”
Neler konuşuluyordu peki kanalda?
Saray’dan birtakım listeler geliyor deniliyordu. Bu ne kadar doğruydu bilmiyoruz. Patrona “Saray bunu istemiyor, bu yayından rahatsız” deniliyordu. Gerçekten rahatsız mıydı, yoksa bu insanlar kendilerine böyle bir görev mi biçmişlerdi de kendi kafalarına göre sırf patrona ya da Saray’a yaranmak için böyle şeyler mi yapıyorlardı bilmiyorum. Ama bunları yaşadık biz. Doğan, Demirören’e geçtikten sonra Demirören medyası ilk başta benimle çalışacaktı ama çalışma ortamım sağlanamadı. Çünkü çok fazla sansür ortamı vardı, doğru dürüst yayın yapamıyorduk. Sonrasında yapmak istediğim yayınları benim istediğim şekilde yaptırtmadılar. İstediğim konukları alamıyordum. Bir iki kere ayrılmak istediğimi söyledim. Önce “Seninle ilgili bir sıkıntımız yok, kal” dediler. Ama kaldığımda da ben çok yıpranıyordum. Çünkü istediğim yayınları yapamadığım için haklı olarak insanlar tepki göstermeye başlamışlardı. 25 yıllık birikimim var sonuçta.
“İZİNDEN DÖNDÜĞÜMDE BENİMLE ÇALIŞMAK İSTEMEDİKLERİNİ SÖYLEDİLER”
Çok kısa kaldınız o süreçte.
Yaz dönemiydi ve izne ayrılmıştım. Kanala geri döndüğümde de onlar benimle çalışmak istemediklerini söylediler. Zaten ben de onlarla çalışmak istemiyordum. El sıkıştık ve içerideki bütün haklarımı alarak ayrıldım.
“ABDİ İPEKÇİ MİLLİYET’İN HALİNİ GÖRSEYDİ ÇOK ÜZÜLÜRDÜ”
“CNN TÜRK’ÜN NE İÇERİĞİ NE DE PRESTİJİ KALDI”
Peki yıllarca çalıştığınız kurumun bu hızlı değişimini nasıl değerlendirdiniz?
Sonuçta öyle olmasını bekliyorduk. Önümüzde bir Milliyet gazetesi örneği var. Türkiye’nin en köklü gazetesi Milliyet’in içi boşaltıldı ve Milliyet’le asla yan yana gelemeyecek manşetler atıldı, yazılar yazıldı. Abdi İpekçi görseydi herhalde çok üzülürdü diye düşünüyorum. CNN Türk’ün benim için tabii ki başka bir önemi var. Kuruluşunda çalıştım. İnanılmaz titiz çalışıyorduk biz CNN Türk’ün ilk kuruluş yıllarında. CNN Türk, dünyanın prestijiydi. Türkiye denildiği zaman CNN Türk referans gösteriliyordu. İstediğimiz herkesle röportaj yapabiliyorduk dünyadan. Birand bu işin öncüsüydü tabii ama bizler de o heyecanı taşıyorduk. Şimdi ise CNN Türk’ün geldiği yerde ne prestij kaldı, ne içeriği kaldı. Seyredeni de kalmadı bence, dijital medya seyrediliyor artık.
“CNN TÜRK’ÜN TURKUVAZ GRUBU’NA SATILDIĞI İDDİALARIYLA İLGİLİ BİLGİM YOK”
Birkaç gün önce CNN Türk’ün şimdi de Turkuvaz Grubu’na satıldığı yönünde bir iddia dolaşıma girdi. Size böyle bir bilgi ulaştı mı?
Hiç bilmiyorum. Çünkü ben 3 Eylül 2018 itibariyle ayrıldım ve o gün itibariyle ne CNN Türk seyrediyorum, ne kanalla ilgili bir bilgim var, ne de CNN Türk’ün içinden biriyle görüşüyorum. Ki zaten arkadaşlarımın hepsi işten atıldılar. Dolayısıyla en ufak bir bilgiye sahip değilim. Orayı da almışsa hayırlı olsun ne diyeyim… CNN International’a dönüp sormak lazım “Acaba markanızı bu şekilde nasıl yönetmeyi düşünüyorsunuz” diye. Biliyorsunuz CNN International şu an Trump yönetimiyle çok ciddi sıkıntı içinde. CNN International’ın bağlı olduğu Time Warner Grubu ciddi bir medya bağımsızlığı savaşı veriyor. Gerek Anderson Cooper, gerek Christiane Amanpour gibi ekran yüzleri Trump’a yönelik çok ağır eleştiriler getirdiler. CNN International muhabiri Beyaz Saray’dan atıldı ve kartı iptal edildi. Mahkemeye gittiler ve kazandılar… Dolayısıyla Amerika içinde çok ciddi bir basın özgürlüğü mücadelesi verilirken, basın özgürlüğünün bu kadar ayaklar altına alınıp yok edildiği Türkiye’de CNN International’ın stratejisi nedir anlamak mümkün değil. İsmini nasıl tutar ve nasıl bağdaştırır anlamıyorum.
“GENÇLER ARTIK GELENEKSEL MEDYAYI İZLEMİYORLAR”
Artık T24’desiniz ve ‘Başka bir gazetecilik mümkün’ mottosu altında devam ediyorsunuz mesleğinize. Konvansiyonel televizyon haberciliğinden sonra, dijital habercilik yapan T24’le birlikte nasıl bir dünyaya geçiş yaptınız? Neler değişti meslek hayatınızda?
Bir kere yeni dünyanın yeni trendlerini tam zamanında yakaladığımızı düşünüyorum. Biraz önce bahsettiğim siyasi partilerden uzaklaşan genç taban, hiçbir siyasi partiyle artık gönül bağı kuramayan koskoca bir genç nesil var. Apolitik değiller yanlış anlaşılmasın, son derece politikler. Hem dünyanın hem de Türkiye’nin politikasını son derece yakından izliyorlar, bu ülkeyle ilgili gayet güzel fikirleri var ama hiçbir siyasi partiyi izlemedikleri gibi, geleneksel medyayı da artık izlemiyorlar. Zaten izlenecek bir şey de kalmadı. Hangimiz izliyoruz ki… Pazar günü ilk defa ortak yayını izlemek için televizyonu açtım. Filmleri Netflix’ten, Amazon Prime’dan ve Blutv’den izliyorum, haberleri de T24’ten, Diken’den, Duvar’dan ve Medyascope’tan takip ediyorum.
Ağırlıklı olarak gençler mi takip ediyor T24’ü?
Çok genç bir tabanımız var ama aynı zamanda orta ve orta yaş üstünü, özellikle de kadınları çok iyi yakalamışız T24 olarak. Şu anda Youtube, Facebook ve web sayfamız üzerinden canlı yayınlar yapıyoruz. Önümüzdeki dönemde ise sabit programlara geçeceğiz. Seyircimiz hangi televizyon programı hangi saatte bilecek. Dolayısıyla çok mutluyuz. Hiç karışanımız yok, yatay bir yapılanmamız var.
“T24 AB FONLARINDAN YARARLANMIYOR. OKUYUCULARIMIZIN BAĞIŞLARIYLA AYAKTA KALIYORUZ”
Gelir kaynakları konusunda sıkıntı yaşıyor musunuz peki?
T24, bağımsızlığını koruyabilmek için şu anda AB ya da benzeri fonlardan yararlanmıyor. Reklam gelirlerimizle ve aslında bütün Batı dünyasında olduğu gibi okuyucularımızın bağışlarıyla ve yaptıkları ödemelerle ayakta kalmak istiyoruz.
Özellikle de yurt dışında çok yaygın bir uygulama bu…
Dijital medyanın tüm dünyada bir kaynak sıkıntısı var. Ama biz ne bir partiden, ne de bir şirketten destek alıyoruz.
“İLK DEFA PATRONUMUN YAN İŞLERİNİN OLMADIĞI BİR KURUMDA ÇALIŞIYORUM”
Dijital alana geçtiğinizde şöyle bir “Oh be” dediniz mi?
Demez olur muyum... Şunu söylüyorum hep; ilk defa enerji yatırımları olduğu için “Onu söylemeyin, şunu konuşmayın” denilmeyen bir yapıda çalışıyorum. Patronumuzun hiç yan işleri yok. (Gülüyor) Herkes gazeteci T24’te. Bu nedenle bir sigaraya para veriyorsanız ya da başka bir ürüne hiç düşünmeden para ödüyorsanız, bizlere de aktaracağınız bağışlar çok önemli. Bizler burada genç gazeteciler yetiştiriyoruz. Genç arkadaşlarımızın iyi standartlarda hayat sürüp, bu mesleği yapmaları Türkiye’de herkes için çok önemli. O yüzden T24’e katkı verin…