Zafer Arapkirli: RS FM, yayınlarımdan rahatsız olunduğunu ve radyonun kapatılabileceğini söyledi

Zafer+Arapkirli:+RS+FM,+yay%C4%B1nlar%C4%B1mdan+rahats%C4%B1z+olundu%C4%9Funu+ve+radyonun+kapat%C4%B1labilece%C4%9Fini+s%C3%B6yledi
ABONE OL
Türkiye medyasına 43 yılını vermiş bir isim Zafer Arapkirli… Gazeteciliğin en şaşalı dönemlerine de şahit olmuş, en ağır baskı koşulları altında da çalışmış. Bir dönemin gazetecilik okulu olan Cumhuriyet gazetesiyle başlayan mesleki yaşamında, NTV, Kanal D, CNBC-e, Dünya, Radikal, Milliyet ve Habertürk TV gibi köklü kuruluşlarda görev almış tecrübeli bir gazeteci. Geçtiğimiz temmuz ayında RS FM’de hazırlayıp sunduğu “Seyr-i Sabah” programına son verilen Arapkirli’nin, aynı radyoda yayın yapan gazeteci Yavuz Oğhan, İsmail Saymaz ve Akif Beki’nin görevlerine son verilmesine tepki olarak istifa ettiği öne sürülmüştü. Medyakoridoru’na konuşan Zafer Arapkirli, iddia edildiği gibi istifa etmediğini, aksine Sputnik yönetiminin, kendisinden uzun süredir rahatsızlık duyduğunu belirtti. RS FM’in ardından, KRT Kültür TV sürecinin nasıl başladığını da anlatan Arapkirli, RS FM’in kapatılmakla tehdit edildiğini de ilk kez Medyakoridoru’na açıkladı. “KRT, BU TEKLİFİ RS FM’DE ÇALIŞIRKEN YAPMIŞTI” Geçtiğimiz temmuz ayında RS FM’deki programınız sonlandırıldıktan hemen sonra KRT Kültür TV ile el sıkıştınız. Teklif nasıl geldi? RS FM ve KRT TV arasında enteresan bir öykü var aslında. KRT, bu teklifi RS FM’deki görevime son verildikten sonra değil, orada çalışırken yapmıştı. Ne zaman? Geçen yılbaşında. Çünkü ben RS FM’de belli bir kontratla çalışmıyordum. Sözlü bir anlaşmamız vardı. Dolayısıyla başka yerlerde de iş yapabiliyor durumdaydım. Nitekim Cumhuriyet gazetesinde de köşe yazarlığı yapıyordum. O dönemlerde KRT TV’nin sahipliği ve yönetimi değişmişti. Yeni yönetimdeki arkadaşlar da benim eski dostlarımdı. Bana kanala gelmem yönünde teklifte bulundular. Ben de seve seve yapabileceğimi söyledim. Sonra “Z Raporu” adında günlük bir program dizayn ettik. Her günün sonunda gündemi değerlendirecek, yorum yapacağımız bir programdı. Şu anda yapmaya başladığıma benzer bir şeydi. Tanıtımlarına kadar hazırlamıştık. Ardından RS FM’e haber verdim, “Çok seviniriz” diyerek olumlu karşıladılar ve “Hayırlı olsun” dediler. Bir hafta sonu boyunca da KRT TV’de bu programın tanıtımları da döndü. Ancak 2 gün sonra RS FM’den aradılar ve programı yapmamı istemediklerini söylediler. Nedenini sorduğumda ise “Başka bir şeyler oldu” dediler. “RS FM BENDEN KURTULMAK İSTEDİ” Ne gibi şeyler olmuş? Onu anlatmak istemediler ama anladığım kadarıyla bir yerlerden muhalif bir kanal olacağı için telkinler geldi. Bir tercih yapmamı istediler ve muhtemelen tercihimi televizyondan yana kullanacağımı zannettiler. Biraz da benden kurtulmak istediklerini hissettim açıkçası. Ancak ben radyoya devam etmek istediğimi söyledim. “TÜRKİYE’YE YENİDEN RADYOYU SEVDİRDİK” Neden radyoda kalmak istediniz? Çünkü çok başarılı bir iş yapıyorduk ve çok fazla dinleyicisi vardı. Hala bunu hissediyorum. Çarşıda, pazarda, otobüste, trende herkes durdurup RS FM’deki yayını övüyor bana hâlâ. Üstelik hâlâ benzer bir şey istiyorlar ve bu radyoda olsun istiyorlar. Hatta şimdi televizyonda başladığımız programın radyo yayınını da talep ediyorlar. O kadar geniş bir kitleden söz ediyorum ki tahmin bile edemezsiniz. Türkiye’ye yeniden radyoyu sevdirdik. “KULLANDIĞIM MUHALİF DİL, SPUTNİK’İ RAHATSIZ EDİYORDU” Radyoda kalmaya karar verdikten sonra neler oldu? Yayınlarıma devam ettim. Ancak KRT TV’deki arkadaşlar “Sana kapımız istediğin zaman açık. RS FM devam etmek istemezse ya da sen oradan yorulur, sıkılırsan, buyur gel, istediğin yerden istediğin şeyi yap. Masan burada hazır” dediler. Gerçekten de öyle oldu. Ben RS FM’de zaten sıkıntılı çalışıyordum. Çünkü kullandığım muhalif dil ve içerik onları rahatsız ediyordu. Bir yerlerden radyoya baskı geldiğini de hissediyordum. Onlar da bunu bana yansıtıyorlardı zaten. Nasıl yansıtıyorlardı, ilk dikkatinizi çeken şey neydi? Valla dikkatimi çekmekten ziyade direkt söylüyorlardı aslında… “RS FM KAPATILMA TEHDİDİYLE KARŞI KARŞIYA KALDI” Ne diyorlardı? Yayınlarımdan rahatsız olunduğu yönünde durum aldıklarını ve dolayısıyla radyoyu kapatabileceklerini söylüyorlardı. Radyo kapatılma tehdidiyle karşı karşıya mı kalmış yani? Tabii tabii. Radyonun başına bir şey gelmesin diye bana bu uyarıları yapıyorlardı. Sizin cevabını ne oluyordu? Ben de içerikten ve yayın çizgimden hiçbir şekilde taviz vermeyeceğimi ama baskı dayanılamayacak noktaya gelirse de onların benden feragat edebilme özgürlüklerinin olduğunu hatırlattım. İlişkimiz bir süre bu şekilde devam etti. Ta ki geçtiğimiz temmuza kadar… O sırada izindeydim. İzindeyken görüşmeye çağırdılar. O gün gazeteci Yavuz Oğhan’ın görevine son verilmişti. “YAVUZ OĞHAN’IN İŞTEN ÇIKARILMASINA TEPKİ OLARAK İSTİFA ETTİĞİMİ DÜŞÜNDÜLER AMA BENİM DE İŞİME SON VERİLDİ” Aynı anda oldu değil mi ayrılık süreciniz? Evet. Yavuz’u da çağırmışlar görüşmeye. Sonra hadiseyi durunca Twitter’dan tepki gösterdim ve çok talihsiz bir şey olduğunu yazdım. Ardından Sputnik yönetimini aradım ve “Eğer beni de Yavuz gibi işten çıkarmak için çağırdıysanız, boşuna gelmeyeyim, buradan vedalaşalım” dedim. Onlar da “Evet devam etmek istemiyoruz” dediler. Dolayısıyla dışarıdan bakıldığında Yavuz’ların çıkarılmasına tepki olarak istifa ettim gibi görünüyordu ama aslında benim de görevime son verdiler. “BİR SÜRÜ YERDEN ATILDIM, BOYUN EĞMEDİM. BU SAATTEN SONRA HİÇ EĞMEM!” İşinize son verilmeden kısa bir süre önce de RTÜK size 5 günlük yayın durdurma cezası vermişti. Gerekçe neydi? Yayın esnasında Gezi direnişinden “Gezi direnişi” diye söz ettiğim için… Bu dolaylı olarak teröre destek veren mahiyette bir yayın olarak algılanmış. Ek olarak Gezi direnişi sırasında Berkin Elvan’ın polis tarafından katledilmesi ifadesini de kullanmıştım. Bu ifade de teröristlerin kullandığı bir jargon olarak değerlendirilmiş. Bir de en üst sınırdan verdiler cezayı. Hem 5 gün yayın durdurma hem de çok ağır bir para cezası verdiler radyoya. RTÜK cezalarının şöyle bir tarafı da var; aynı ihlali tekrarlarsanız, yayın kuruluşunun lisansını iptal ediyorlar. Dolayısıyla RS FM ve Sputnik özelinde ciddi bir baskıydı bu. Dediğim gibi ‘Fazla agresif yayın yapıyorsun” gibi zaman zaman bana da yansıtılan şeyler vardı. Ben de inceldiği yerden kopsun dedim. 43 yıllık meslek yaşamımda hiçbir kurumda eğilmedim ve bükülmedim. Bir sürü yerden atıldım ama boyun eğmedim. Hele bu saatten sonra da hiç eğmem. Böylece Sputnik süreci de bu şekilde sona ermiş oldu. Sonra da KRT süreci başladı… Evet, sağ olsun arkadaşlar yeniden “Hoş geldin” dediler. Hemen programı dizayn ettik. 23 Eylül sabahı itibariyle de başlamış oldum. Günde iki program yapıyorum. Sabah 08:00-10:00 arası “Zafer Arapkirli ile Seyr-i Sabah”, akşam haberleri sonrasında da bir yorum programı olan “Z Raporu”nu yapıyorum. “CUMHURİYET GAZETESİ BENİ İŞE ALMADI” Peki ya KRT olmasaydı? Habertürk TV’deki işime son verildiği dönemde ciddi bir işsizlik süreci geçirdim. Çok sıkıntı çektim. İş bulamadım. O dönemde Cumhuriyet gazetesine başvurmuştum, hatta onlar da işe almadılar. Üstelik Cumhuriyet gazetesinden yetiştiğim halde… Gerekçeleri neydi peki? Bilmiyorum, istemediler. “İmkanlar kısıtlı, para veremeyiz” dediler. Çok uğraştım hatta orada çalışmak için ama olmadı yani. O dönemde Cumhuriyet’in yayın yönetmeni Can Dündar’dı. Onunla mı görüştünüz? Hayır Can Bey’le görüşmedim. Yayın koordinatörü Murat Sabuncu, yazarlar Hikmet Çetinkaya ve Aydın Engin’le görüşmüştüm. Ama olmadı yani. Demek ki imkanları müsait değildi. Belki de istemediler. Çünkü her yayın kuruluşu, rahat çalışabileceği ya da fikren de uyuşabileceği birisiyle çalışmak ister. Ne kadar sürdü o işsizlik dönemi? 2 yıla yakın işsiz kaldım. Geçiminizi nasıl sağladınız? Emekli maaşım vardı. Bir de kısa bir dönem Sarıyer Belediyesi’ne danışmanlık yaptım. Sonraki süreçte de RS FM bana teklif yapmıştı. O dönem benim için çok iyi bir kariyer adımı oldu bu. Bir de radyoyu seviyorum ben. Sonuç itibariyle RS FM’de iki buçuk yıl boyunca baskılar hariç çok keyif alarak radyo programı yaptım. Editoryal olarak bağımsızdım evet ama kullandığım dil ve üslup sorun oldu. RS FM’den ayrıldığınızda “Şaşırmadım, aksine bekliyorum” demiştiniz. Bu açıklamanızın detaylarını da almış olduk aslında bu sayede... Tabii yayın kuruluşları da ayakta durmak istiyorlar. Kapatılmak istemiyorlar. Sık sık “Burada şu kadar kişi ekmek yiyor” gibi söylemler duyarsınız patronlardan. Onların koltuğunda oturduğunuzda o açıdan hak verebiliyorsunuz. Ama benim durduğum yer de gazetecilik… Ben de bunca yıllık kariyerimi ve meslek ilkelerimi feda edemem. Peki KRT’den bir teklif gelmemiş olsaydı, “Şurada olurdum” diyebileceğiniz kaç kurum sayarsınız? Şunu biliyoruz aslında; farklı nitelikte, farklı nişlerde KRT, TELE1, Halk TV gibi kanallar, yandaş ve yalaka dediğimiz medya kurumları ve direkt hükümete göbeğinden bağlı olmayıp, ürkerek, korkarak yayın yapan kuruluşlar var. Onlardan biri olabilirdi belki bilemiyorum. Bir de radyoda yaptığım yayını Youtube’da yapmamı da önerdiler. Neden yapmadınız? Benim aklım o işlere çok fazla ermiyor. Sadece Youtube’a değil, hiçbir ticari işe ermiyor. Dolayısıyla onlar benim son tercihim olurdu herhalde. Çaresiz değiliz, memleket de çaresiz değil. Elbette işimiz de hem editoryal, hem de ekonomik olarak zor. Ama çıkış bulunuyor bir şekilde. Bir köşe yazınızda “Gazetecinin kendi adını medyada, ‘haber olarak’ görmesi-duyması pek arzu edilmez” demiştiniz… Neden? Tercih edilmez tabii… Mesela ben bu tür röportajlar verirken bile sıkılıyorum. Kendimden bahsetmek zorunda kalıyorum. Neticede öyle bir dönemdeyiz ki birtakım sıkıntıları konuşuyoruz ve bu sıkıntıları yaşayan insanlardan birebir dinlemek önemli. Bunları yansıtmak ve bunlardan da ders çıkarmak lazım. Bir anlamda da bunları tarihe not düşmek lazım. 30-40 yıl sonra bu anlattıklarımızı okuyacak olan insanlar “Demek ki o dönemlerde böyle şeyler yaşanmış” diyecekler. “MEDYANIN BU HALE GELECEĞİ BELLİYDİ” Tarihe not düşmek demişken, son dönemde Türkiye medyasında art arda hızlı değişimler yaşandı. Bir dönemler ‘ana akım” olarak adlandırdığımız medya gruplarının gazeteleri artık okunmuyor, televizyonları izlenmiyor. Siz de o büyük medya gruplarında çok uzun yıllar çalıştınız. Bu hızlı değişimi nasıl değerlendiriyorsunuz? Bu planlıydı ve olacağı da belliydi. Ne zaman belliydi peki? Çok iddialı olacak belki ama İngiltere’den ilk dönüşüm 2003 senesinin sonuydu ve AKP yeni iktidara gelmişti. O dönemler İngiltere’de NTV’nin muhabirliğini yapıyordum ve kanalın Türkiye’deki merkezine dönmüştüm. Geldiğim gün söylediğim şeye o gün orada olan arkadaşlar tanıklık edebilirler: ‘Bakın bu iktidar medyada köklü bir değişim yapacak’ demiştim. Çünkü bu iktidarın demokrasiyle uzaktan yakından bir ilgisi olmadığı ortadaydı. Cumhuriyet’in değerlerini yıkmak üzere iktidara gelmiş ve yerine yeni bir rejim oluşturmak niyetinde olan bir parti olduğunu biliyorduk. Hatta medya patronları da dahil, büyük sermaye gruplarının teker teker hükümet tarafından birbirlerine kırdırılmak suretiyle boğazlanacaklarını tahmin ettim ve söyledim. Çünkü onun emareleri vardı. Karamehmet’in boğazlanması, onun varının yoğunun başka bir gruba verilmesi. Dinç Bilgin’in elimine edilmesi. Yine sürekli köşeye sıkıştırılan Doğan Grubu’nun Demirören’e verilmesi gibi… Şimdi Demirören de Turkuvaz’a geçmek üzere diye duyuyoruz. Ben 2003 yılında bunu teker teker anlatmıştım. İdeolojik saflanma olarak, kapitalizm karşıtı, Sosyolosit ve Marksist ideolojiyi savunan biriyim ama patronların başına gelecekleri de tahmin edip “Gümbürtüye gidiyorlar, kafayı çalıştırsalar teslim olmazlar” çıkarımında da bulunmuştum. Patronunuzla mı konuşuyordunuz bunları? Hayır çalışma arkadaşlarımla. Benim patron katına ayak basmamak gibi bir adetim vardır. “PATRON KATINA AYAK BASMAM. BASIN EMEKÇİSİNİN MUHATABI PLAZANIN 12. KATI DEĞİLDİR” Neden? Çünkü gazetecinin ya da basın emekçisinin muhatabı editoryal yönetici, yani Yayın Yönetmeni ve Yazı İşleri Müdürü’dür. Basın emekçisinin muhatabı plazanın 11. ya da 12. katı değildir. Çünkü patronla muhatap olduğunuz zaman bir raporlama ve hesap sorma ilişkisi oluşur. Asla bir patronun, bir gazeteciye ‘Bunu yap, şunu yapma, şöyle yaz, böyle başlık atma’ deme hakkı olmamalıdır. O hak sadece Genel Yayın Yönetmeni’nde olur. Şimdi ise Genel Yayın Yönetmenlerini öyle insanlardan seçiyorlar ki onlar patron adına size uyarılarda bulunuyor. Durumu bir de bu hale getirdiler. Ana akım dediğimiz o medyanın çökmesi, çürümesi ve şimdi de ortadan kalkmasının nedeni budur. Hiçbir ekmek kapısı kapansın istemem tabii ki. Yandaş ya da yalaka basın da dahil oralarda çalışan insanların hepsi Cumhuriyet ve özgürlük düşmanı insanlar değiller elbette. Benim gibi düşünen biri “Aç kalırım ama oralarda çalışmam” da diyebilir. Ancak benim gibi radikal düşünmeyen de olabilir tabii ki. Siz A Haber’in kurucularından da birisiniz aynı zamanda… Kurucusu olmanın yanında, A Haber’in yayına başladığı gün, sabah yayınlanan ilk programının, ilk sunucusuydum ben. Biz Habertürk’ten oraya Erdoğan Aktaş’la birlikte kalabalık bir ekip olarak gittik. Ancak ne yazık ki sonradan hükümet borazanı haline geldi kanal. Yandaş bir hale bürüneceği belliydi elbette. Çünkü sahipleri Çalık grubu… Ama o günkü koşullar bizi oraya götürdü. Beni çalıştırmadılar orada. Uzun süre kenarda beklettiler, sonra da kovdular. “GAZETECİLİĞİN YENİDEN DİRİLMESİ İÇİN GEREKEN TEK FORMÜL, ÖRGÜTLENMEK!” Türkiye’de gazetecilik son dönemlerde çok fazla itibarsızlaştırıldı. İşsizlik, hapis cezaları, davalar, sansür ve kapatılan kurumlar bazında hep tartıştığımız bir konu bu… Peki nasıl sağ çıkacak mesleğimiz bu baskı ortamından? Formül tek kelime: Örgütlenmek… Örgütlü ve dayanışarak çıkmak mümkün. Sorunun temelden çözümü “Madem bana bu işi yaptırmıyorlar, ben de evde akıllı telefonumu koyarım tripota oradan yürütürüm” ya da “Ben de kendi internet sitemi açarım” yahut “2 arkadaş bir araya geliriz Youtube kanalı kurarız” gibi girişimler değil… Bu kişisel olarak ayakta durma, dik durma pratiği olabilir ama içinde bulunduğumuz durumdan çıkışın anahtarı değil. Çıkışın anahtarı mesleki örgütlenmedir! Peki mesleki örgütlenmenin olduğu bir ortam görebiliyor musunuz şu an? Şu anda yok. “TÜRKİYE’DEKİ EKRAN YÜZLERİ VE KÖŞE YAZARLARININ ÇOĞU KENDİNİ SANATÇI GİBİ GÖRMEYE BAŞLADI!” Sizce neden birbirimizden bu kadar uzaklaştık? Yıllardır bu konuyu hep tartışırım. Özellikle de televizyonlar gazeteciliğin şov tarafını öne çıkaran argümanlardır. Bir haber bültenini sunan anchorman ya da anchorwomen, giyimiyle, fiziğiyle bir bakıma şov yapıyor aslında ekranda. Bir süre sonra da ondan bahsediliyor ve celebrity haline geliyor. Onun da bir magazinel tarafı oluyor. Bu işler o kadar ağır bastı ve gazeteciliğin önüne geçti ki sektörde, bu arkadaşlar bireysel olarak birer sanatçı gibi hissetmeye başladılar kendilerini. Öyle hissetmeye başladıkları andan itibaren de patronlarla artık sanatçı düzeyinde pazarlık etmeye giriştiler. Yani gidiyor patrona ‘Ben şuyum ve değerim bu’ diyor. Ama ötekinin ne aldığı ya da çalışma koşulları onu ilgilendirmiyor. Önemli ve pırıltılı bir ışığın altında, pırıltılı giysilerle, pırıltılı bir iş yapması onun için daha önemli. Bir televizyon muhabiri ya da bir köşe yazarı için de aynı şeyi söyleyebiliriz. Gazetecileri böyle tek tek celebrity figürler haline getiren bir sistem bu. Gazeteci de sonra yan masada, evde, üst katta veya öteki serviste çalışan arkadaşıyla dayanışma içinde hissetmiyor ki kendini. İdeolojik formasyonunu korusa dahi “Beni ilgilendirmiyor” diyor. Dolayısıyla tek tek o sitemin ağına rahatça düşebiliyorlar. Özellikle televizyon sektöründe yaşandığı söylenen birtakım kirli ilişkileri saymıyorum bile. Ama medyanın böyle bir endüstri haline gelmesi bu dayanışma ve örgütlenme ruhunu hızla öldüren bir şey oldu. Hele hele bir dönemler muazzam paralar veriliyordu. Özellikle de ekran yüzlerine değil mi? Sadece onlara değil, gazetelerde bile vardı bu. Ama şimdi zaten o paralar da yok. Eğer dayanışma ruhunu geri getirebilirsek, gazeteci artık daha güçlü bir konuma gelecek ve gazetecilerin güçlü konuma geldiği bir medya kurumu da öyle kolay kolay bugünkü gibi ham yapılacak yerler olmaktan çıkacak. Mesela editoryal ya da finansal bağımsızlığa bir saldırı olduğu zaman gazeteciler hep birlikte direnecekler. Genel Yayın Yönetmeni “Dönün bakalım masalarınızın başına” demek yerine, “Biz olmazsak bu gazete çıkmaz” diyecek.
twitter takip