Unutulan zanaatlar (Bölüm 1) - Ayakkabıcı Osman anlatıyor: 'Siftah yok ama vergimi veriyorum'

ABONE OL

Medyakoridoru editörlerinden Yağmur Kaya, unutulan, teknolojiye yenilen ya da yüz çevrilen zanaat ve zanaatkarları hatırlatmak için, 'Unutulan Zanaatlar' adında bir haber dosyası hazırladı. İlk bölümün konuğu ise Beyoğlu'nda 30 yıldır ayakkabı imalatı yapan Osman Korkmaz...

 
Yağmur Kaya / Serbest Gazeteci
 
 
 
Osman Korkmaz 66 yaşında... Beyoğlu'nda 30 yıldır ayakkabı imalatı yapıyor.
 
Gri, yüksek binaların, kalabalık ve büyük marka mağazaların bulunduğu Beyoğlu'nun arka sokağında ömrünün 40 yılını da içine koyduğu 28 metre kare bir alanda emekle, ince işçilikle, yetenek ve yaratıcılıkla mesleğini sürdürmeye çalışan Korkmaz, "Yaptığım ayakkabıyı caddede bulamazsın, bulursan da sahtesidir, makine işidir, tamiri de mümkün değildir" diyor. 
 
Korkmaz, mesleğini sürdürmeye çalışıyor çünkü; kendisi ile söyleşi yaptığımız 2 saatlik zaman diliminde kimse meraktan dahi olsa iş kapısını açmıyor. Mağazasının bulunduğu sokak, Beyoğlu'nda arabaların geçtiği, çay ocaklarının bulunduğu ya da gün içinde yüzlerce insanın geçtiği kalabalık bir sokak. 
 
 
Buna rağmen günlerce siftah yapamadığını belirten Korkmaz, kendi deyimiyle Batılı turistler Beyoğlu'na gelir ise kazanç elde ettiğini söyleyerek, mesleğini bırakma noktasına geldiğini ifade ediyor ve ekliyor: 
 
"Ortadoğu benim müşterim değildir. Ortadoğu insanı şatafat ister. İncik boncuk ister. O da burada mümkün degil. Yapmayız, gerek de duymayız. Ben yaptığımı bileceğim. Gelen ister alsın ister almasın."
 
'Siftah yok ama vergimi veriyorum'
 
Bakın şurada neredeyse 1 saati geçti buradasın biri gelip de 'Şu ayakkabı kaç paradır, şu çanta kaç paradır' demedi. Meselâ günlerce siftah yapmıyorum. Devlete hala vergi veriyorum. İster çalışayım, ister satayım. Siftah yok ama vergimi veriyorum."
 
1976 yılında Istanbul'a gelen, Yahudi ayakkabı ustasının yanında çırak olarak başladığı meslekte ustalaşan Korkmaz, zamanla kendi iş yerini kuruyor ve işlerini büyütünce işçi çalıştırmaya başlıyor. 1999 yılında gırtlak kanserine yakalanan Korkmaz, tedavi olduğu zaman zarfında küçülmeye gidiyor ve şu an Beyoğlu'nda bulunan, duvarında 'Her türlü ortopedi ayakkabı yapılır' yazısının bulunduğu 28 metre kare bir alanda, zamanını radyoda at yarışı dinleyerek, ganyan oynarak ve bulmaca çözerek geçiyor. 
 
 
"O zaman kiralık ev çoktu, ucuzcu. Yani bir hafta çalışıp evin kirasını ödeyebiliyordum. 3 haftanın kazancı bize yetiyordu. Bir arkadaşımla ortak bir yer açtık. Beyoğlu'nda. Ayakkabılar daha çok Gedikpaşa'da yer alıyordu. Beyoğlu lükse giriyordu. Bana göre bir lüksü yok da! 
 
İşim büyümeye başladı. Insan çalıştırmaya başladım. Araba aldım, ev aldım ama hiç kimse beni teşvik etmedi. Yatırım yapmadım. Yedim de yedim! Evimde hiçbir eksiğimiz olmadı. Ta ki 1999 yılına gelinceye kadar.
 
Hayatımızın içinde çok sayfalar var, bir kısmını sana anlattık ama...Ameliyat oluncaya kadar işim çok güzeldi ama ameliyat olduktan sonra dağıldı. 1 sene kendime gelemedim. 30- 40 milyar borcum oldu. Biraz birikimim vardı biraz borç para aldım, borçlarımı ödedim. Ekmeğimiz zor çıkmaya başladı artık bugün de dahil! 45 sene konuş 46 sene sesin yok. Bunu sonra keşfettim de. Alet taktıktan sonra konuşmaya başladım. O da tesadüf bir konuşma. Boğazımda delik var. Elimi attım boğazıma konuşmaya başladım. Elimi boğazımdan çekersem konuşamam."
 
Korkmaz, el emeği ayakkabıların giyimi rahat, değerli ayakkabılar olduğunu söylüyor ve ekliyor: "Bir şey oluyorsa takip ediyoruz. Bedava yapıyoruz" diyor.  Korkmaz, mesleği üzerine kurduğu cümlelerin arasına, "Öyle görüyorum ki insanlık da kalmamış. Eğer açsak açlığında yetineceksin" diyerek, insanların insanî olma gerekliliğini yerine getirmediğini bir kez hatırlatarak, ayakkabı mesleğinin de nankör bir meslek olduğunu şu gerekçelerle açıklıyor:
 
'Bir teşekkür bile etmez, biliyor musun?'
 
"Düşün ayakkabı seni taşır, sen ayakkabıyı taşımıyorsun! Nedeni şu: Ayağına hitap ediyorsun insanların. Elinden gelen bütün emeği vermişsin. Gitmiş bir yere çarpmış. Gelir derki 'Kardeşim sen bunu bir ay önce verdin'. Ayakkabının burnunu gidip bir yere çarpmışsın aşınabilir. 'Bırak yaparım. Yarın gel al' diyorum. İnsanlar o ayakkabı ile tuvalete gider, bense o ayakkabıyı elime alırım, tertemiz ederim.Bir teşekkür bile etmez, biliyor musun? Günde 10 kere 20 kere elimi yıkadığım olur. Nankörlüğü burada işte! Insanların ayağına hitap ediyorsun, insanların rahat etmesi için her yola başvuruyorsun ama o bunun farkında hiç olmayacak. 
 
'Neticede bir emek var' 
 
Ayakkabının nasıl meydana geldiğini bilmiyor ki! Bilmek lazım. Neticede bir emek var. Diğerleri gibi fabrica ürünü değil. Günde 3 bin 5 bin ayakkabı çıkaran fabrika var. Bizim öyle değil. 5 çift ayakkabıyı 10 günde yaparız." diyerek, kapitalist sisteme yenik düşen her şey gibi el emeği işçiliğin de makinelere yenik düştüğünü ifade ediyor. 
 
 
 
 
 
 
 
twitter takip